Çözüm mü Göz Boyama mı?
Pazar, Temmuz 01, 2012
Cumhuriyet Ankara temsilcimiz Utku Çakırözer yine çok güzel bir habere imza attı:
Cuma günü, ÖYM’lerdeki hâkim ve savcıların atamalarından sorumlu HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur ile bir konuşma yaptı.
Aşağıdaki seçilmiş bölümler sizi yanıltmasın, Okur, ÖYM’lerin kaldırılmasından değil, yetkilerin yeniden düzenlenmesinden yana; ayrıca eleştirilerle birlikte olumu noktaları da vurguluyor:
“1. Halkta artık ‘ÖYM’lere ve özellikle de İstanbul ÖYM’lerine giden mutlaka tutuklanır’ algısı doğdu.
2. Tutuklulukların uzun sürdüğü inancı çok yaygın.
3. Bazı dini grupların mahkemeler üzerinde etkin olduğu iddiası da yoğun biçimde speküle ediliyor.”
“ÖYM savcı ve hâkimlerinin ruh halini, basketbol ya da voleybol maçına başlamadan önce saha ortasında kafa kafaya vererek galibiyet kararlılığı sergileyen sporcuların ruh haline benzetiyorum ben. Bu psikolojinin de etkisiyle kendilerine eleştiri getiren herkesi, mesela beni, gerçekleri görmemekle suçluyorlar.”
***
Şimdi yine cuma günü Hürriyet’te yer alan Taha Akyol’un yazısından bazı bölümlere bakalım.
Başta uyarayım; Akyol aşağıdaki teşhislerine karşın, ÖYM’ler hakkındaki olumlu noktalara da işaret ediyor ve değişikliğin aceleye getirilmesine karşı çıkıyor:
“ ‘Örgüt’ kavramını aşırı geniş tuttular, örgüt olmayan birliktelikleri örgüt saydılar! Prof. İzzet Özgenç gibi saygın bir hukukçu da belirtti, ‘özel delil elde etme yöntemlerinden yararlanmak için’ yaptılar bunu... Askeri hiyerarşiyi örgüt hiyerarşisi saymak, askeri görevi suçun işlendiği süre saymak gibi ciddi hatalar yaptılar... Örneklerden biri, İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı süresi içinde terör örgütü yöneticiliği yaptığının iddianameye yazılmasıdır!”
“Halkın seçtiği milletvekillerini tahliye etmeyerek yasama görevi yapmalarını engellediler. Ölçüsüz tutuklamalarda son örnek, kendi isteğiyle gelip teslim olan Kemal Gürüz’ün tutuklanmasıdır.”
“Balyoz davasında ciddi bir ‘üretilmiş deliller’ tartışması vardır, mahkeme tıkanmıştır. KCK soruşturmasını haklı buluyorum ama kitlevi tutuklamalar amaca hizmet etmiyor, hatta ‘aksi tesir’ yapıyor.”
***
Bazı bölümlerini aktaracağım bir başka yazı, Cengiz Çandar’ın, yine aynı tarihli makalesi:
“Bu, başlıbaşına bir ‘zulüm’dür. Önce içeri attılar, sonra içeri atmalarına meşruiyet sağlamak için ‘terör örgütü kurdu’ iddiasına dayandılar, daha sonra bu iddiaya delil aradılar, ondan sonra bunu bulamayınca ‘bir iddianame nasıl yazılmamalıdır’ diye hukuk fakültelerinde okutulması gereken bir iddianameyle yargılamayı başlattılar, bu süre zarfında hiçbir kaçma şüphesi ve delil karartması ihtimali bulunmadığı halde ‘isnad edilen suçun ağırlığı’ndan ötürü Aziz Yıldırım’ı tutuklu yargılamaya devam ettiler.”
“Bu güvensizliğin tavan yaptığı yer KCK yargılamaları. Hafta içinde KESK’e yönelen yeni operasyonlara bakılırsa, sivil alanda ‘devlet koruması’ ve ‘devlet onayı’ dışında kalan ne kadar Kürt varsa, KCK gerekçesiyle içeri atılmış olacak.”
“ÖYM’ler ve ÖYS’ler, ‘keyfi uygulamalar’la hukuki ve siyasi sorun merkezleri haline geldiler. Siyaset aracı haline sokuldular. Polis ve yargı üzerinden siyaseti tanzim etmeye kalkarsanız, siz de ‘toplum mühendisliği’ne girişmiş ve bunu –istemiyor olsanız bile- ‘polis devleti’ oluşturarak yapmaya çalışıyorsunuz demektir.”
***
Ve bir kitap, Mehmet Haberal’ın “Belgelerle Silivri Gerçeği” isimli kitabı:
Haberal bu kitapta, çeşitli kesimler tarafından, kamuoyunda kendine karşı yürütülen bir kampanyaya, Bülent Ecevit’in tedavi süreciyle ilgili gerçekleri somut belgelerle açıklayarak, yanıt veriyor.
***
Bütün bu sakıncaları, ilk Silivri gözaltılarından beri sürekli olarak dile getirmeye çalışıyorum.
Şimdi beş yıl sonra, bu mahkemelere ve davalara tam destek veren, bu yapıyı anayasa hukukuna eklemleyen 12 Eylül 2010 referandumuna “Yetmez ama evet” diyen anlayışın da eleştirel çizgiye geldiğini görmek, belki bireysel olarak tatmin edici...
Ama, geçen zaman içinde keskinleşen toplumsal kamplaşmalar, yıllarca süren tutukluluklar ve özellikle de adalet anlayışının aldığı yaralar açısından bugün gelinen nokta, çok ama çok acıtıcı!
Üstelik daha da acıtıcı olan, “ÖYM’ler kaldırılacak” söylemiyle başlayan çalışmaların “Dağ fare doğurdu” biçiminde sonuçlanma olasılığının yüksek olması:
Dün Akyol, bu mahkemelerin yetkilerinin, ağır ceza mahkemelerinde aynen sürdürüleceğini belirtiyordu.
Yine dün Ertuğrul Özkök, yapılacak düzenlemenin mevcut davalardan kaynaklandığına dikkat çekerek, “Bu davalar etkilenmeyecekse neden ÖYM’leri kaldırıyorsunuz?” diye soruyor ve ekliyordu:
“Yoksa bu değişiklik şu anlama gelecektir:
“İstediğimiz insanları cezalandırdık, sildik, hayatlarını söndürdük. Artık vazgeçebiliriz. Çünkü bu mahkemeler ilerde bizim de başımıza dert açabilir.”
Dünkü Cumhuriyet’te Ülkü Azrak gibi, Köksal Bayraktar gibi hukuk otoritelerinin eleştirileri yer alıyordu.
Kürşat Başar da haklı olarak umutsuz bir biçimde “Ne değişir” diye soruyordu.
***
Unutmayalım ki, AKP iktidarı ne hizmet yaparsa yapsın, tarih onu hukuksuzluklar ve adaletsizlikler üzerinden değerlendirecektir!
1 Temmuz 2012 - Cumhuriyet