Paris’in göbeğinde üç PKK’lı kadının susturucu silahlarla işlenen profesyonel bir cinayete kurban gitmesi, içimizdeki mandacı, vesayetçi, işbirlikçi, deşifre edilmiş/edilmemiş masonları, Frenk severleri ayağa kaldırdı.
Başbakan Erdoğan; “Fransa’dan suçluları derhal bulmasını istiyoruz.”
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; “Yaşanan olay bir vahşettir. Kim yaparsa yapmış olsun, bu ölen kişiler hangi vasıflarla hangi suçlamalarla anılıyor olurlarsa olsun insan hayatına bu şekilde son vermek kimsenin hakkı değildir. Onlar böyle bir ölümü hiçbir zaman hak etmemişlerdi."
Kemal Kılıçdaroğlu "Olayın aydınlığa kavuşturulmasını hep beraber bekliyoruz. Bir yerde infaz oldu diye İmralı süreci aksadı demek doğru değil"
PKK tarafından katledilen binlerce asker, polis, öğretmen ve yurttaşlarımız için kılını kıpırdatmayanlar, Avrupa’da yaklaşık , 1,5 milyon Euro sermayeye hükmeden, PKK kurucusu, KUK yöneticileri için “Onlar böyle bir ölümü hiçbir zaman hak etmemişlerdi” diyerek gözyaşlarına boğuldular. Bir bayrakları yarıya indirip “ulusal yas “ ilan etmedikleri kaldı. İçimizdeki mandacı, mütarekeci koroyu, uluslararası küresel çete yalnız bırakmadı.
Fransa İçişleri Bakanı Manuel Valls; "Ciddi bir olay, bu nedenle buradayım. Hiçbir biçimde kabul edilemez"
Le Monde; "Ankara ve Abdullah Öcalan, son dönemde yapılan görüşmelerde çatışmaların durdurulması ilkesi konusunda mutabık kaldı"
LE PARİSİEN: "Ankara ile Abdullah Öcalan" arasında yapılan görüşmelere vurgu yaptı.
GUARDİAN: ''Paris'teki üçlü cinayet Türkiye'nin Kürtlerle barış görüşmelerine gönderilen bir sinyal miydi?''
FİNANCİAL TİMES; “Öcalan'ın barış sürecini reddeden muhalif PKK'lıların cinayetleri işlemiş olmasına daha çok ihtimal” verdiğini açıkladı,
TİMES: ''Türkiye'de hükümet ile Kürtler arasındaki yakınlaşma işaretlerinin Paris'te işlenen zalimce cinayetlerin nedeni olabileceğini'' yazan Times, ''Bu suçlar istikrar arayışını rayından çıkaramaz.'' Dedi.
İtalyan La Repubblica "Erdoğan'ın barış çabaları bu infazlarla söndü. Ya bir iç hesaplaşma ya da Ankara’nın şahinleri Öcalan ile anlaşma zeminine darbe indi" diye yazdı
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland; "Genel anlamda görüşmelerin pozitif bir gelişme olduğunu düşünüyoruz. İç terör meselesini, Kürtler ve diğer marjinalleşmiş toplumlarla da temas kurarak çoklu açılardan, geniş bir yaklaşımla ele alması noktasında Türkiye'yi teşvik ediyoruz",''Bu konularda kendilerine desteğimizi sürdürüyoruz. Elde ettikleri herhangi bir ilerleme bizi daima ilgilendirir''
Bu açıklamaları yapanlar, PKK'nın Paris merkezindeki Enformasyon bürosunda aralarında PKK kurucularından ve Avrupa’da PKK’nın para trafiğini yöneten Sakine Cansız'ın da bulunduğu 3 PKK'lı kadınınöldürülmesi “Barış sürecini baltalama” veya “iç hesaplaşma” ya yönelik bir girişim olduğu ortak noktasında birleşti.
Baştan sona hedef şaşırtan, spekülasyonlarla ortamı bulanıklaştıran bu yaklaşımlar, tümüyle gerçeğinin üstünü örtme, terör örgütünü aklama ve itibarlı kılma amaçlıdır.
ABD 1980'lerde, taşeron olarak kendinin destekleyip hazırladığı katili sahaya sürmüştü. Ancak 2012 yılına geldiğimizde, Amerika’nın BOP çerçevesinde başlattığı Ortadoğu maceraları için ölüm çanlarının çalmaya başladığının ayırdındadır.
Prof. Michel Chossudovsky’nin söylemiyle “Hazar Havzası’ndan denize kadar, incelenebilecek bütün bölgelerin fethi hayalleri, Akdeniz’den Hindistan’a, denizden Rusya sınırına kadar olan bölgede sömürgeci garnizonlar veya kukla diktatörler yaratma” amacı, önce Irakta, sonra da Suriye de duvara tosladı. Bu çerçevede bölgeden eli boş dönmek istemeyen ABD; Eş Başkan R.Tayyip Erdoğan’a, Irak- Suriye- İran ve Türkiye’nin sınırları içinde kurulmasını planladıkları “Birleşik Kürdistan Federasyonu”projesinin bir an önce yaşama geçirilmesi talimatını verdi.
İşte Paris’te 10 Ocakta yapılan suikast, bu projenin “yol temizliği”, yolda çıkması olası kimi engellerin proje sahibi tarafından ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildir.
MİT Baş Müşaviri Kâşif Kozinoğlu, Aydınlık’a yolladığı mektuplarında, “Öldürmek dâhil her şeyi yaptırabilirler!” diyordu. Paris’in göbeğinde üç Kürt kadının susturucu silahlarla işlenen profesyonel bir cinayete kurban gitmeleri, küresel çetenin “alet çantası” örgütlerin neler yaptıklarını/yapabileceklerini göstermesi bakımından da anlamlı ve önemlidir.
Kimse aldanmasın, İmralı’da Müzakere yapılıyor diye. İmralı da çoktan sonuçlanmış “Büyük Kürdistan”müzakeresinin, “senaryosu yazılmış mütareke” olarak millete kabul ettirme oyunu sahnelenmektedir.
Bu oyunda, daha önce CIA ve MOSSAD tarafından “katil” olarak sahaya sürülen APO bu kez “baş aktör” ve "lider" olarak sahaya sürülmüştür.
Bu gerçeği Kürt Açılımının mimarlarından Yalçın Akdoğan, "Örgüt mazur görülmeli, sisteme eklemlenmeli. Öcalan da doğal lider gibi aşırı derecede saygınlık kazanmalı" şeklinde dile getirmişti.
Kaldı ki, Eğer bu bir ABD senaryosu değil ise, 15 gün önce eline urgan alıp APO’nun idam kararını tartışmaya açan, “PKK’lılarla sarılıp, kucaklaştılar” diye BDP’li Milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırma girişimlerine hız veren, R.Tayyip, hangi nedenle ve ne değişti de BDP’li vekilleri, kendi eliyle Abdullah Öcalan la“sarılıp kucaklaşmaları” için İmralı ya götürmek zorunda kaldı dersiniz?
“Büyük Kürdistan” için küresel çetenin düğmeye bastığı, harekete geçtiği anlaşılmaktadır. İpin ucu CIA’nın kontrol ve denetimindedir. PKK, Yıllardır bölgenin istikrarsızlaştırılmasında zaten CIA tarafından beslenen ve desteklenen bir örgüttür. Türkiye’nin güneyi ve güneydoğusu uzun zamandır CIA'nın kontrolündedir. Bölgede PKK; CIA’nın taşeronluğunu üstlenmiştir.
Malatya Kürecik’e hava savunma sisteminin kurulması, Patriotların topraklarımıza yerleştirilmesi, Meclisin onayı bir yana, bilgisi bile olmadan ABD askerlerinin topraklarımızda üstlenmesi, katil Apo üzerinden “İmralı Müzakere Süreci” sözleşmesinin devreye sokulması, Paris’te işlenen cinayet, Hükümetin kendi yurttaşlarından esirgediği olanakları, Özgür Suriye Militanlarına sunması yalnızca birer rastlantının halkaları değil, planlı ve bilinçli bir operasyonun parçalarıdır.
İleri sürdüğümüz bu tezleri Abdullah Öcalan doğrulamaktadır. Öcalan, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısına ek ifade vermek isteğini içeren bir dilekçe verdikten sonra, alınan ifadesinde şöyle diyor:“...17 Eylül anlaşmasından biraz bahsetmek isterim. 17 Eylül 1998 Washington’da Talabani ile Barzani anlaştırıldı. Ben aslında Talabani ve Barzani ile çatıştım. Barzani ile Talabani anlaşmaları ve ondan sonraki süreçte planları İngiltere’de hazırlandı, uygulama Amerika tarafından yapıldı. Yani otonom bir Kürt devletinin meydana getirilmesinde ABD ve İngiltere birlikte hareket ettiler….”(Abdullah Öcalan’ın 3 Nisan 1999 tarihli Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı’na verdiği ifadeden)
Bu senaryo içinde terör örgütünden “barış” dilenmek, “kan akıyor” yakınması ile sözde “barış müzakerelerini” topluma meşru göstermek, bu güne kadar PKK ya karşı sürdürülen mücadelenin haklılığını ve meşrutiyetini ortadan kaldıran bir davranış tarzı ve tarihi bir akıl tutulmasıdır.
Müzakere sürecinde PKK’nın, AKP hükümetince kendilerine verilen ödünlerle yetineceğini, silah bırakacağını, sanmak, tarihsel bir yanılgıdır. Dünya örnekleri ve müzakerelerin yapılış süreci de bunu göstermektedir. Emekli Org. Edip Başer “Terör örgütü elinde silah dağda duracak, ben burada onların temsilcisiyle oturup barış görüşmesi yapacağım! Bu nasıl barış?” diyerek, tüm süreci bir cümle ile özetlemektedir.
Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana’nın, Aralık 2011 de, Kürt “Rudaw” adlı internet sitesine yaptığı açıklama, bu öngörümüzü doğrulamaktadır. “Biz bir millet olduğumuzu söylüyoruz. Biz bir millette olması gereken hakları istiyoruz" , "İşin başında özerklik istediğimiz doğrudur. Ama bugün Türkiye’deki Kürtler, özerkliğin yetersiz olduğunu düşünüyor”
Özet olarak, yukarıdaki bilgiler ışığında rahatlıkla söyleyebiliriz ki; İmralı da yürütülen “müzakere” değil, günümüz koşullarına uyarlanmış “Mondros Mütarekesidir”
Bilindiği üzere30 Ekim 1918 de, Limni Adası’nın Mondros limanında demirli, Agamemnon zırhlısında Müttefikler adına hareket eden İngiliz heyeti tarafından, RAUF (ORBAY) Bey’in başında bulunduğu Osmanlı heyetine dikte ettirilen Mondros Mütarekesi, bu kez İmralı adasında CIA’nın gözetim ve denetiminde AKP hükümetince görevlendirilen heyete dikte ettirilmektedir. Şu farkla ki; Mondros’ta savaşta yenilmiş bir Osmanlı heyeti, İmralı’da ise “tek bir kurşun atmadan” Küresel Çeteye teslim olmuş bir siyasi kadronun heyeti masadadır. Tıpkı Damat Ferit gibi, “deliğe süpürülmemek” adına parçalanmış Türkiye planının altına imza atılmaktadır.
Tarih bir roman ya da hikâye değildir. Tarih geçmişte yaşananlardan ders alınarak, geleceği, ufku, hatta“ufkun ötesini görüp bilmeye” yarayan bir bilimdir.
Mondros Mütarekesi “İngiliz gemisine binip Sevr'in imzalanmasıyla” sonuçlanmıştır. Eğer “Bandırma vapuruna binip, Lozan’ı imzalayanlar” olmasaydı, bu gün Türkiye’yi ve Türkleri yok etmek için çırpınan küresel çetenin Büyük Ortadoğu Projesi O tarihte gerçekleşmiş olacaktı.
1920 Sevr Anlaşmasının 62. ve 64. Maddelerine göre; Türkler Kürt milli haklarının tanıyacak, Kürtler kendi kendilerini yönetebileceklerini Milletler Cemiyeti’ne ispatlayabilirlerse Türkiye onların egemenliğini tanıyacaktı. 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması, Sevr’i ve “Bağımsız Kürdistan” projelerini, Batılıların rafa kaldırmalarına neden oldu. Ama Emperyalist Yağmacı Batı, “Sevr” projesinden hiçbir zaman vazgeçmedi.
Küresel Çetenin, 90’lı yıllarda raftan indirip masanın üstüne koyduğu “Bağımsız Kürdistan” projesinin günümüzdeki adı “Büyük Ortadoğu Projesi”dir.
İmralı Müzakereleri, Paris’te 3 PKK’lının infaz edilmesi, bu projenin (BOP) önündeki taşların temizlenmesinden başka bir şey değildir. Haksız çıkmayı çok isterim ama Paris infazı, bir başlangıç gibi geliyor bana. Bundan sonraki süreçte “yolu temizlemek” adına “infazların” yapılabileceğinden ciddi olarak kaygı duyuyorum.
Mahmut ÖZYÜREK