Panik


Adalet Bakanı daha 18 günlükken fezleke yedi.
Hem de neden:
Adaleti katletmekten...
Adaletsizlikten...
Müsteşarı mı?
2 Ocak’ta göreve atandı.
6 Ocak’ta bir Cumhuriyet savcısını tehdit ederken yakalandı.
Tabii müsteşar değil savcı görevden alındı. Atanalı daha 6 ay olmuştu.
Eski bakanın oğlunun ofisini bacak bacak üstüne atarak arayan polis şefi, 1 Ocak’ta görevden alınıp pasif göreve çekildi.
Aradan 3 hafta geçtikten sonra oradan da alınıp başka bir karakola sürüldü.

***

Bunlar hep panik alameti...
İsmet Paşa’nın tabiriyle “suçluların telaşı”...
Daha koltuğuna ısınmadan kitleler halinde yeniden görev yeri değiştirilen polisler, yolsuzluğu örtsün diye tehdit edilen savcılar, tehdit sırasında kaydı tutulan bakanlar, onların “Aradım ama sor niye” türünden zavallı açıklamaları...
Sürülmüş, koltuğundan edilmiş polislerden devasa bir ordu...
Erdoğan’a göre, “Paralel devlet”in kolluğu...
Hükümet, daha çok panikledikçe daha çok polisi, savcıyı, hâkimi yerinden ediyor. Salgın hastalık filmlerinde, virüsün dokunanı etkilemesi gibi, yerine yeni gelenlerin de “Hizmet”ten olduğunu anlar anlamaz daha ısınmadan koltukları altından çekiyor, onları polis okullarına vs. sürüyor ama bu kez de gelecek kuşakları onlara teslim ettiğini fark edip yine panik halinde geri alıyor. Şaşkınlık her hallerinden belli oluyor.

***

Ve panik halinde ricat eden bu ordunun kumandanı, gerileye gerileye dayandığı duvarın kenarından herkese öfkeyle kılıç sallıyor:
Eski müttefiki, yeni belalısı Cemaat’e, muhalefete, medyaya, TÜSİAD’a...
Ancak kurduğu rant sistemi, bir kez söküldükten sonra her dikme çabasında başka yerinden sökülüyor.
O daha “Oğlumun açığını bulun, evlatlıktan reddederim” derken diğer akrabalarının usulsüzlükleri ortaya çıkmış oluyor.
Bir bakanının yolsuzluğunu örterken diğerininki patlıyor.
Kendi çıkardığı yangına koşan bir itfaiyeci gibi, bağırarak herkesi ayağa kaldırmaya çalışıyor.
“Bu komplo, CHP’yi de, MHP’yi de, BDP’yi de hedef alıyor” derken “Madem öyle, neden onlarla uzlaşmak yerine hepsine birden saldırdığını” düşünemeyecek kadar panikte...
“Barış süreci de hedefte” derken yolsuzlukları örtme telaşında barışı da dinamitliyor.

***

Savaş boyalarıyla süslü nefret cümleleri içinde birisi doğru:
“Bu, Türkiye tarihinin en hayati seçimlerinden biri...”
1946’yı andırıyor.
Bakanların savcılara talimat verebildiği tek parti devletinin çöktüğü seçimi...
Şimdi bize sunulan iki seçenek var:
Muz cumhuriyeti ile ananas cumhuriyeti...
İkisini de reddediyor, sadesini arıyoruz.
Yolsuzluktan, arsızlıktan, tahakkümden, cemaatten, kinden ve nefretten arınmış bir cumhuriyet...
Her dakika ekranlarından “Hainler, kumpasçılar” feryatlarının yükselmeyeceği, kindar kuşaklar doğuracak düşmanlık tohumlarının atılmayacağı, sakinleşmiş, normalleşmiş bir ülke...
Ve özgürlük, demokrasi, barış getirecek yeni bir kuşak...
Az kaldı.
Sona yaklaştığımızı panikten anlıyoruz.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)