AmaçTürbanı Yaygınlaştırmak, Dinsel Devlete Yol Açmak
Pazartesi, Ekim 25, 2010
1970 lere kadar İlahiyat Fakültelerinde, ne üniversiteye girerken, ne mezun olurken, türban ne ki bir tek başörtülü öğrenci yokken, DP, ANAP, RP, AKP partilerinin siyasal çıkar için ve de laiklikten verdikleri ödünler yüzünden, ülke adım adım dinsel devlete doğru gitmekte. Bu konuda türbana izin vererek ödünler arttıkça, arkası mutlak gelecek, durum onu gösteriyor ki türban olayı tüm okullara, devlet dairelerine yansıyacak, arkası çarşafla devam edecektir.
AKP yöneticileri türban sorunuyla ilgili olarak CHP grup yöneticilerini ziyaret ediyor. CHP’liler soruyor: “Türbanı ilkokula kadar indirecek misiniz?” AKP’li Nurettin Caniklı yanıt veriyor: “Bundan 10 yıl sonrasının garantisini kim verebilir?” Demek ki garanti veremiyorlar, amaç türbanı yaygınlaştırmak. Bu süreç türbanla başlar, şeriat yönetimiyle biter…
Bir devlette dincilik yarışı başladı mı, o devlet iflah olmaz, o devlet Pakistanlaşır, İranlaşır, Afganistanlaşır, Talibanlaşır.
İlk etapta “kişisel özgürlük, eğitim özgürlüğü” diyerek üniversitelerde türbanı serbest bırakmak istek ve eğilimi gibi görünüyorsa da, asıl örtülü gizli amaç, türbanı yaygınlaştırmak, dinsel devlete doğru yol açmaktır.
AKP-RTE iktidarı, yönetime geldiği 2002 den bu yana sekiz yıldır, türbanı, imam hatipleri sürekli ön plana çıkarmasına ve laik kurumlarla yaptığı kavgalara baktığımız zaman, adeta dinsel devlet getirme çabasında olduğunu görmek mümkündür.
Daha görüşme aşamasında Adana, Mersin, Konya gibi bazı yerlerden ilköğretim öğrencileri velilerinin baskısı ile türban takarak derslere girmeye teşebbüs etmeye başladılar. Bu çocukların babaları, velileri anlaşıldı ki çeşitli aşırı dinci örgütlere üye oldukları tespit edildi. Demek ki türban olayını kadınlardan çok erkekler, babalar, kocalar istismar etmekteler. Resimdeki küçücük çocukların eline verilen pankarta baktığımızda, “başörtüsüne koşulsuz, sınırsız özgürlük” denilmekte. Koşulsuz, sınırsız ne demektir? Hiçbir şarta tabi olmadan, sınırsız, ülkenin, kamunun bütün birim ve okullarında serbest bırakılsın demektir. Bu konuda kapı aralandığı zaman, ülkede türban patlaması olacak, türbanlılar, çarşaflılar çeşitli biçimde ödüllendirilecek, başı açıklar dışlanacak, arakasından hiç şüpheniz olmasın kara çarşaf gelecektir. İran da böylesine yavaş yavaş alt yapı oluşturularak, komünizmden beter olan dinsel devlet ağına düşürülmüştür.
Bir yazarımızın (B.Uluçay) sorduğu gibi, bu soruyu türbancı siyasetçilere sormak gerekir: "Niçin erkekler İslam'ın ilk yıllarındaki gibi giyinmiyorlar da bu geleneği kadınlara uygulatıyorlar. Türban takan kadınlar bunu neden merak edip erkeklere sormuyorlar?" Demek ki bazı kadınlar siyasal rant için bu yönde kullanılıyorlar.
Hele YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın, Danıştayın, Yargıtayın, AİHM nin kesinleşmiş kamusal alanda türbanı yasaklayan hükümlerine rağmen, üniversitelerde türban serbestîsine ilişkin yazı göndermesi ve hükümetin de buna sessiz kalması, ne ki teşvik edici tavır içinde olması, ayrıca Yargıtay Başsavcısı Abdurahman Yalçınkaya’nın “laikliğe aykırı olur” yönüyle uyarılarına hükümetin meclis başkanı ile birlikte karşı çıkması, gerçekten kapatma davasına delil olacak kanıtlardır. Çünkü Avrupa’nın bütün ülkelerinde türban, Yahudi kepi, Hıristiyan haçı, türban gibi dinsel simgelerin kamusal alanda okullarda yasaktır. Türbanın aleyhinde Yargıtay, Danıştay ve AİHM sinin kesinleşmiş kararları olduğu halde AKP RTE iktidarının bunu tanımaz tavır içinde olmaları gerçekten dikkat çekici bir olay. Çağdaş bir ülkede yürütme yargı kararlarına uymak zorundadır. YÖK Başkanı Özcan laik devlet yasalarına, evrensel kural ve yasalara meydan okumakta, suç işlemektedir.
Laik TC. nin Başbakanı RTE bir zamanlar bakınız neler söylüyor, istediği kadar “biz dinci devlet değiliz” diye söylenip, kendini “değişim, demokratikleşme” diyerek kamufle etmesin. Böyle bir konuşmayı Batılı bir ülkenin başbakanı konuşsa “bizim referansımız Hıristiyanlık” dese ne derler, o başbakanı iktidarda tutarlar mı? Öyleyse “bizi neden AB ye almıyorlar” diye sızlanıp duramazsın…
“…Referansımız İslamiyet. Bizi hiçbir zaman sindiremezler. Batı insanının bile inanç hürriyeti var. Türkiye'de neden buna saygı gösterilmiyor? Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker. Okunan ezanı kimse susturamayacak. Türkiye'deki ırk ayrımına kesinlikle son vereceğiz. Çünkü Refah Partisi diğer partilerle zıt fikirde. Bizi hiçbir zaman sindiremezler. Gökler, yerler açılsa, üzerimize tufanlar, yanardağlar saçılsa yolumuzdan dönmeyiz. Benim referansım İslâmiyet’tir. Bunu yerine getiremiyorsam, yaşamanın ne anlamı var. Batı insanının bile inanç hürriyeti var. Avrupa'da ibadete, başörtüsüne saygı duyuluyor. Ama, Türkiye'de engelleme getiriliyor. Türkiye'de neden buna saygı gösterilmiyor…”
“Türkiye'de yaşayanların yüzde 99'u Elhamdülillah Müslüman olduğunu söylüyor. O zaman yüzde 99'un "Elhamdülillah Şeriatçıyım" demesi de lazım. Ben elhamdülillah şeriatçıyım. Şeriat İslâm, Allah'ın kuralları demektir."
“Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik."
“Tüm okullar imam hatiplere dönüştürülecek”.
Böylece dini simge ve kurumları kendine bayrak yapan bir kimse demokrat olabilir mi? Demokrasiyi özümsemiş olabilir mi?
Türban olayı siyasal bir simge olup, özellikle erkek siyasiler tarafından siyasal rant için kullanılmaktadır. Kapanma isteği kadının samimi olarak kendinden değil, ailevi de olsa sonunda rant için siyasal baskıdan gelmektedir.
Türkiye’ye (özellikle Antalya gibi turistik yörelere) İran’dan gelen aileleri, kadınları takip edin; İran’da kara çarşafa zorla mahkûm edilen kadınlar, sahillerimizde açılıp saçılmakta, eğlence yerlerinde sabahlara kadar eğlenmekteler (Ankara’da ve Gaziantep’te böyle İran’lı aileleri gözümle gördüm, konuştum). Ahmedinejat bu özgür ortam yaygınlaşır korkusu ile İran’dan Antalya’ya uçuşları yasaklamıştı.
Demek ki insanın, kadının benliğinde özgür yaşamak, özgür giyinmek arzusu var. Devlet ve din zorla bu özgür arzuya baskı yaptığı zaman orada esaret var demektir ki bu da, çağdaş dünya çağdaş düşünceyle bağdaşmaz.
Tarihte kadınlar baskılara, özgürlüklerinin, haklarının ellerinden alınmasına her dönem karşı gelmişler, karşı gelmeğe çalışmışlar. Ama Müslüman ülkelerde kadınlar ezilmişler, halen ezilmekteler. Bu direnişin en çarpıcı örneklerinden biri de bir Arap şairi Zül Rumma'nın dizeleridir.
Biz Türban diye çekişip duralım. Ancak 696–735 yıllarında yaşamış Arap Şairi Zül Rumma'nın "Kahrolası Peçe" adlı şiirinde kadınların giydiği peçeden şöyle yakınıyor:
"Bütün giysiler arasında
Peçedir en kahrolası
Hem güzellikleri gizler,
Hem de kışkırtır gençleri
Örttüğü kötü kişiler
İçimize fitne sokar,
Allah kahretsin peçeyi". (Kay: Sunay Akın'dan).
Bu kez, bizden bir bayan, bundan 97 yıl önce 1913 lerde Mükerrer Belkıs adındaki bir hanım yazarımız "peçe"yi şu sözleri ile lanetliyor:
"Peçe bizi daha çok bozmadan, biz onu bozalım, yırtalım, çiğneyelim. Menfaatlerimizi kıran, duygularımıza aykırı, bizde masumiyet bırakmayan ve hiçbir yararı olmayan o peçeyi, yüzümüzü örttüğümüz siyah örtüyü kaldıralım, yırtalım. Artık bu gerçeği anlamak zamanı gelmiştir. Cansız kansız olmayalım… Onu yırtacak kadar da gücümüz yok mu? Yoksa yazık! Yazık!...
TÜRBAN RAHİBE KIYAFETİ Mİ?
HYP Genel Başkanı ve eski İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk türban konusunda ne diyor:
“…Türkiye’de iki büyük operasyon yapılıyor. İslam’ın, antiemperyalist ruhunu yok etmek istiyorlar. Her 50 metreye kurulan camilerde bu ruhu katlediyorlar. Hanımların başındaki örtü, rahibe kıyafetidir. Saint Paul’un İncil’e soktuğu kıyafettir. O bizim Müslüman insanın örtüsü değildir. ‘Cami ve bu örtü size din olarak yeter’ deniyor. Müslümanlara din diye başka bir şey bırakmadılar…”
Unutmayalım, AB ile içine girmeye çalışılan Batı kültürü laiklikle yoğrulmuştur. Avrupa’nın hangi ülkesinin başbakanı, Türkiye’nin Başbakanı RTE kadar dinsel simgeleri kamusal alana sokmaya çalışılmakta. Avrupa çok kanlı din savaşları yaşadıktan sonra laikliğe sarılmış. O nedenle Batı laiklikten asla ödün vermez. Din günlük yaşantıya ne kadar girerse sorunlar, çekişmeler o denli artar.
Politikacıların dini siyasete alet etme durumları konusunda, aşağıdaki kitapta aynen şunlar yazılıdır.
"Din adamları ve politikacılar tarih boyunca korkunç bir ortak yaşam sürdürmüşlerdir; siyaset daima dinin hizmetinde, din de, yazık ki, siyasetin hizmetinde olmuştur".
(Yukarıda altını çizdiğimiz söz aynen Erbakan-Tansu Çiller ortak koalisyonunda Çiller tarafından da söylenmiştir).
Kısaca çağdaş bir devlet olacaksak, çağdaş yasalara ve kurallara uymak zorundayız. Ama görünen o ki, iktidara geldiğinden beri devletin laik kurumları ile sürekli kavgalar eden, yasamayı, yürütmeyi elinde tutan AKP-RTE iktidarı yargıyı da eline geçirdi mi al sana faşist bir devlet olur. Böyle hukuk devleti mi olur? Çağdaş devlette, yasama, yürütme, yargı birbirinden bağımsız ve özgür olmalıdır. Sen bu süreçte “AB bizi içine almıyor” diye söylenip durursun…
Cevat KULAKSIZ
Hakimiyet-i Milliye