İnsan yakıldığında ‘tahrik’ varsa sayılmaz!


İşte aşağıda okuyacağınız anlayış nedeniyledir ki o kadın gazeteci “12 Eylül darbesi”ni de darbeden saymıyor ve hatta bir yandan “henüz iddia halinde” olan bir davadan yargılananları TV’lerden canı nasıl istiyorsa öyle “mahkum” ederken 12 Eylül’e övgüler diziyor. Kendileri son olarak “Sivas Katliamı’nın asıl nedeni”nin Aziz Nesin’in “tahrikleri” olduğunu öne sürmüşler ki herhalde 2000 yılında “33 idam cezası” verilen, 2002’de idam cezası kaldırılınca “33 müebbet hapis”e çevrilen cezaların çıktığı davanın hakimleri bile ağızları hayretten bir karış açık, şaşkınlıkla izliyorlardır durumu..

MÜSLÜMAN’SA CEZASIZ KALSIN!

Bu “provokatif konuşma ve yazılarıyla” tanınan, cezaevindeki gazeteciler ve herkes için de insaftan nasip almamış şekilde “3 yıl hapis uzun bir zaman değil, bakın AİHM de öyle düşünüyor” diyebilen, bitmemiş dava için AİHM karar verebilirmiş gibi konuşmaktan çekinmeyen hanımın Sivas olayı için söyledikleri “Aziz Nesin’in (ya da bir başkasının) tahriki” ile sınırlı değil.. Yaranmak istediği kesim ve kitlenin nabzına göre şerbetin tam olması için “Olayın hangi şartlarda gerçekleştiği unutuluyor, Müslümanlar hedef gösteriliyor” da demiş. Müslümanlar.. Kastettiğine göre, kendi ifadesiyle “Sivas’ta 35 kişiyi cayır cayır yakanlar Müslüman ve öyle olması bu suçun üzerine gidilmemesini gerektiriyor” demek ki.. O zaman bunca cinayetin işlendiği ülkenin yüzde 98’i Müslüman olduğuna göre hiçbir katilin cezalandırılmaması, hiç kimsenin de onlara “en ağır cezaları” istememesi gerekiyor.

Mesela ben kadın cinayetleri ve tüm cinayetlerin suçluları için, çocuk tecavüzcüleri için en hafif cezanın “ağırlaştırılmış müebbet” olması gerektiğine inanıyorum, hiçbir medeni ülkede, hiçbir hukuk devletinde de “30-40 yıl ağır hapis”ten daha hafif ceza göremezsiniz bu suçlara.. Zaman aşımı da yoktur, 50 yıl sonra yakalasalar atarlar içeri, indirim filan da söz konusu olmaz.. Dehşet verici suçları işleyenlerin çoğunluğu Müslüman olduğuna göre, bu durumda örneğin ben ‘o caniler cezalansın, toplum da onlardan korunsun ve adalet yerini bulsun’ dediğim için “Müslümanları hedef göstermiş” mi sayılmalıyım? Bu gazeteci gibilerin hiçbir mantığa uymayan, adaletle de ilgisi olmayan görüşlerine bakılacak olsa öyle..

O zaman Hıristiyan çoğunluklu ülkelerde böyle bir suç işlense ve suçluların cezalandırılması, zaman aşımının söz konusu olmaması istense Hıristiyanlar, İsrail’de olsa Yahudiler hedef gösterilmiş kabul edilmeli, yasaya, hukuka, yargıya ne gerek var? İsteyen yaksın, yıksın, serbest kalsın.. Onlar gibi birileri çıksın, “ama tahrik vardı, Hıristiyanları hedef göstermeyin” desin.

DİN İSTİSMARININ TA KENDİSİ!

İşte bu “kısasa kısas sisteminin, Şeriat yasalarının geçerli olduğu Suudi Arabistan’da, İran’da bile duyamayacağınız anlayış, aslında laikliğin de ne kadar önemli olduğunu, “her konuda dini öne sürme ve siyasi olarak kullanma alışkanlığı” başlatılırsa nerelere varılacağını göstermesi açısından çok önemli bir örnektir. İbret için de tartışılmalıdır!

*****

BDP kendi ağzıyla söylüyor!

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir Nevruz konuşmasında “Gün gelecek, gerillalar ovaya inecek, gerilla anneleriyle asker anneleri birlikte halay çekecek” demiş.. Şırnak’ta 4 güvenlik görevlisinin PKK’lı teröristler tarafından şehit edildiği, çoğunun yaralandığı çatışmada 26 yaşındaki bir yaralı polisin annesini arayıp “ah anne, vuruldum” dediği gün söylüyor bunları.. Bu mu Nevruz bayramı, o polisleri şehit edenler mi “gerilla”? Neden “gerilla” olduklarını açıklasın Baydemir.. Kimlere gerilla denebileceğini ve PKK’nın bu tarife hangi nedenle uyduğunu açıklasın. Bunu yapması şarttır.

BDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Bilici’nin konuşması ise açıklamaya gerek kalmayacak kadar açık.. İstanbul, Diyarbakır, Van demeden yakıp yıkan, Nevruz öncesini ve gününü cehenneme çeviren gruplara BDP’liler öncülük ederken o devamlı devleti suçluyor, sanki bu olayları toplum görmüyor gibi hepsini devletin üstüne yıkıyor. Belalar, tehditler savuruyor..

İTİRAF..

Bu kadar lafı sıralarken şaşırmış olmalı ki aynı konuşmada “Özgürlüklerini alana kadar her yerde direneceklerini, geri adım atmayacaklarını” da söyleyiveriyor.. Demek ki Nevruz bahanesiyle ülkede terör estirenlerin amacı da “özerk bölge, Kürt devleti” isteğiyle bağlantılı.. Demek ki “hepsinin kasıtlı olarak” yapıldığını söylemekten bile çekinmiyorlar. Önümüzdeki günlerde Parlamento’da da olay çıkaracaklarını bildirdiklerine göre yakında kimbilir neler göreceğiz.

Türkiye bir yandan “geçmiş”e çakılıp kalırken, bir yandan da terörden çekmeye devam edecek.. Ve görünürde bir çözüm de yok.

KAYITSIZ-ŞARTSIZ İRADE!

BDP Milletvekili Bilici Hükümet’e belalar okuyor ve “Kürt halkının iradesini ne AKP’ye, ne İçişleri Bakanı’na, ne de Bakanlar Kurulu’na teslim etmeyeceğiz” diyor. Hükümet “muhalefet partilerini” kastederek “Milletin iradesini onlara teslim etmeyeceğiz” diyordu, BDP de “Kürt halkının iradesini AKP’ye teslim etmeyeceğini” söylüyor. Millet bu partilere oy verirken tüm iradesini de sadece onlara ve “kayıtsız şartsız” mı veriyor (mesela “gidin terör merör hangi yöntemi kullanırsanız kullanın, kabulümdür” mü diyor), yoksa bu irade hukuk devletlerinde “hukuk sınırları içinde ve devlet organları eliyle” mi kullanılmalıdır, Parlamento’ya gideceklerse ilk oturumda hep beraber bunu konuşmalılar bence!

*****

Obama hükümetinin sözcüsü mü?

Davos toplantısında moderatörlük yapan ABD’li gazeteci David İgnatus Washington Post’taki köşesinde sık sık Beyaz Saray kaynaklı haberler yazdığı için “yandaşlık”la suçlanıyor ve kendisi için “Büyük bir gazeteci mi, Obama Hükümeti’nin sözcüsü mü” tartışması yapılıyormuş. Bunu duyunca bizdeki “Hükümet sözcüsü” gibi çalışan, bırakın “kaynaklı haber yapma”yı TV’lerden bangır bangır propaganda yapan onlarca gazeteciyi düşündüm.

ABD’de “bir kişi bile” tartışılıyor, eleştiriliyor, ne garip ülke (!) orası değil mi?

Ruhat Mengi
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)