Arınç’ı az daha öldüreceklerdi!..





GÜNLERDEN 19 Aralık 2009.
Bundan tam iki buçuk yıl önce. Soğuk ve puslu bir Ankara gününde saat 17 dolayları.
Polise her zaman olduğu gibi isimsiz, düzmece bir ihbar geldi:

“Sayın Başbakan Yardımcımız, büyük devlet ve hükümet adamı Sayın Bülent Arınç’a bir suikast düzenlenecek. Bu amaçla iki subay görevlendirildi. Subaylar şu anda Sayın Arınç’ın evine yakın bir yerde. Kullandıkları iki aracın plaka numaraları şu…”
Polis derhal önlem aldı ve mahalleyi kuşattı.
Plakası verilen araçlarda gerçekten de iki subay vardı.
Subaylar yaka paça indirildi, üzerleri ve araçları arandı.
Bu aramalar neredeyse gece yarısına kadar sürdü. Her şey didik didik edildi.
Ancak ne araçlarda, ne de subayların üzerinde silah, patlayıcı, ses kayıt cihazı, teknik takip cihazı ve benzeri aygıtlar bulunmadı.
Subaylar o mahalleye başka bir askerî görev gereği gittiklerini, herhangi bir kişiye suikast düzenleme gibi bir amaçları olmadığını belirttiler.

Olay yerinde ve polis merkezinde tutanaklar tutuldu.

Sonra subaylar savcılığa sevk edildi. Özel yetkili savcı ifadelerini aldı. Herhangi bir suç belirtisi yoktu.
Burada bir ek bilgi vereyim. Bu iki subay Özel Harp Dairesi, yani Seferberlik Tetkik Kurulu‘nda görevliydi.
Aynı gece subayların evleri basılıp arama yapıldı. Sabaha kadar süren bu aramalarda da herhangi bir suç unsuruna rastlanmadı.


Ortalıkta düzmece ihbar dışında suç unsuru olmadığından, her ikisi de serbest bırakıldı.

Olayın ardından özellikle yandaş-yalaka medyada her zaman olduğu gibi büyük bir tantana başlatıldı. Bu subayların elinde Bülent ‘in ev adresi yazılı olan bir kağıt varmış!.. Polis baskını olunca subay bu kağıdı çiğneyerek yutmuş!..

Özel Harp Dairesinin seçkin, deneyimli, düşmana karşı vuruşmuş görevlilerini bir düşünün!.. Bunlar suikast yapacakları (!) adamın evini bilmiyor, tek satırlık adresini ezberlemiyor ve kâğıda yazıp yanlarında taşıyorlar!
Sonra da baskına uğrayınca çiğneyip afiyetle yutuyorlar!
Olay büyüyordu. Yandaş medya olayı her gün, bire bin katarak ve bir sürü yalan uydurarak manşetten veriyordu.
O günler cadı kazanının iyice kaynatıldığı, ev baskınlarının ve tutuklamaların doruk noktasına ulaştığı günlerdi.
Genelkurmay açıklama yaptı:
“Söz konusu subaylarımız uzun süredir izlenen, o bölgeye yakın bir yerde oturan ve dışarıya bilgi sızdırdığı iddia edilen (muhbir, jurnalci) bir askeri personel hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirilmişti.”
Yandaş medya yine feryada başladı:
“Madem öyle, üzerlerinde niçin görev yazısı yoktu!!!”
Bütün bu gelişmeler olurken özel yetkili mahkeme tarafından bir karar verildi ve arama emri çıkarıldı:
“Özel Harp Dairesi’nde hâkim tarafından arama yapılacaktı.”
Devletin ve Genelkurmay’ın en gizli bilgi ve belgeleri oradaydı. Pek çoğu devlet sırrı, askeri sır niteliğinde idi.
Son furyada Yargıtay üyeliğine seçilen
Kadir Kayan isimli hâkim bu kuruluşa polislerle birlikte gitti. Polisler nizamiyede beklerken hâkim bey aramayı başlattı.
Ancak orada belge ve bilgi çoktu. Aramanın bir günde bitmesi söz konusu değildi.
İddiaya göre bu durumda -geceleri askeri personel içeri girip bilgi ve belgeleri yürütmesin diye- pencere ve kapılara tahtalar çakıldı, her yer kilitlendi ve anahtarları hâkim bey götürdü.
Kutular, sandıklar dolusu belgeler bir yere taşınıyordu. Kozmik odalar boşaltılıyor, devletin en gizli belgeleri götürülüyordu. Bunlar toplanıyor, araçlara doldurulup Ankara adliyesine sevk ediliyordu.
Genelkurmay’dan tık yoktu!
Götürülen o gizli belgelerin şimdi nerede ve kimlerin elinde olduğunu bilen yok!
Sonradan açılan Balyoz gibi davalarda, tutuklanan TSK mensuplarının olayında, o belgelerin nasıl kullanıldığı bilinmiyor.
Bilinmeyen bir husus da, devlet sırrı niteliğindeki belgelerin Genelkurmay’a iade edilip edilmediği!
Bir şeyi daha unutmayalım.
Bütün bu gelişmeler olurken gerek Tayyip-Bülent ikilisi ve gerekse öteki iktidar mensupları bu suikast girişimini lanetleyip kınıyorlardı!
İktidar medyası ise sürekli feryat halindeydi:
“Bu suikastçılar Ergenekon silahlı terör örgütü üyeleri. Derhal hesap sorulmalıdır.”
Suikast mağduru (!) Bülent bu süreçte yandaş gazete tayfasıyla birlikte TRT’ye çıktı ve aynen şu sözleri söyledi:

“Bana karşı işlendiği iddia edilen bir olay ve suç varsa ve kişiler belliyse, o kişiler o kurumların (Genelkurmay) mensubu iseler, belki o kurumdan birisinin ‘Sayın Başbakan Yardımcım geçmiş olsun. Böyle bir olay var ama’… (demeleri gerekirdi.) Hayır, böyle bir arama olmadı. Ahmak olmayan bu olayı basit göremez.”
Yani ekrandaki sözlerini adam gibi Türkçe ’ye çevirirsek, şunu demeye getiriyor:
“Askerler bana suikast girişiminde bulundu. Fakat Genelkurmay’dan hiç kimse beni aramadı, geçmiş olsun demedi, özür dilemedi!”
Oynanan oyunun amacı belliydi:
“Biz asker masker dinlemeyiz, emrimizdeki yargıyı kullanıp gerektiğinde sizin en gizli kozmik odalarınızı bile boşaltırız.”
Sevgili okuyucularım, “Şeyini şey ettiğimin şeyi” Bülent ’e karşı düzenlendiği iddia edilen bu düzmece suikast olayı tamamen palavra idi.
Öyle bir suikast girişimi asla olmamıştı.
Hayali bir olaydı.
Dikkat ediniz, bugüne kadar milletimizi bir sürü suikast-darbe vesaire masallarıyla oyaladılar.
Tayyip’e suikast, Bülent’e suikast, başkalarına suikast.
Amaçları bu gibi safsatalarla, hayali olaylarla, bir yerlerde yazılan senaryolarla ülke gündemini değiştirmek, dikkatleri gerçek gündemden, işsizlikten, yoksulluktan, yolsuzluk ve peşkeşlerden, din ticareti ve din sömürüsünden uzak tutup dikkatleri dağıtmak.
Bu köşede en az 10 kez sorduğum soruyu şimdi burada bir daha soruyorum:
Bülent olayından bu yana kocaman iki buçuk yıl geçti. Savcılıktaki soruşturma dosyası ne oldu, hangi sonuca varıldı?
Eğer ortada bir suikast girişimi var idiyse, bu ciddi olayda tutuklanan oldu mu?
Olmadığına göre, dosyanın hangi aşamada olduğu kamuoyuna için açıklanmıyor?
Hiç kuşkunuz olmasın, bu sorulara asla yanıt verilmeyecektir.
Siz gerçekleri bilin, o yeter.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)