TÜRKİYE’nin bunların döneminde nerelere geldiğini, nerelere sürüklendiğini ve her âlânda hangi kafalara emanet edildiğini iyi görmek gerekiyor. Antalya’da Muratpaşa İlçe Milli Eğitim Müdürü olan Erdem Kaya isimli şahıs, toplantıda okul müdürlerine direktif veriyor:
“Cinsel istismar gibi durumlarla karşılaşılmaması için (öğretmenlerle öğrenciler arasındaki) mesafe bir metreden az olmayacaktır!”
Muratpaşa Lisesi müdürü olan İlhamı Kotan isimli şahıs da bu uyanları ciddiye alp, okuldaki ‘tüm öğretmenlere yazılı olarak tebliğ‘ ediyor…
Niçin!..
Çünkü her öğretmen tacizci her öğrenci tacize açık!.. Örneğin öğretmen kız öğrencisine konuşurken bir metreden daha yakınsa dayanamayıp kızın üzerine saldıracak, ellemeye mellemeye başlayacak!
Erkek öğrencisi ile arasında bir metreden az mesafe varsa, o takdirde eşcinsel olduğu iddia edilecek!..
Bunların kafa yapısı işte budur. Bunlar herkesi tacizci ve tacize açık olarak görür.
Ellerinden gelse kızlarla erkekleri ayrı okutacaklar. Okullarda da haremlik selamlık kuracaklar, özelikle kız öğrencilerin başını bağlatıp Türkiye’yi İran ve Suudi Arabistan’a daha fazla yaklaştıracaklar.
Şu anda ellerinden o kadarı gelmiyor. Biraz daha güç kazandıkları takdirde yapacakları ilk iş budur.
Artık milliliği kalmamış olan eğitimden Atatürk ilkelerini, Atatürk devrimlerini resmen çıkardılar.
***
İşin ilginç yanı Antalya da Vali Yardımcısı olarak görev yapan Halil Serdar Cevheroğlu ise, bu rezil uygulamayı şöyle savundu.
“Öğretmenlik mesleğinin saygınlığının korunması ve yıpratılmaması için alınmış bir karardır.”
Şimdi bir erkek öğretmen düşünün, yanına bir şey sormaya gelen kız öğrencisini uyarmak zorunda kalacak:
“Aman evladım, aramızdaki mesafe bir metreden az. Benim saygınlığım var. Biraz öteye git de öyle konuş!”
Ya da kadın Öğretmen, erkek öğrencisini aynı sözlerle uyaracak.
Ancak, bu durumda ortaya yeni bir tartışma konusu çıktı! Yukarıda aynen alıntı yaptığım bu bir metre zırvası öğretmenle öğrenci arasındaki mesafeyi mi, yoksa erkek öğrencilerle kız öğrenciler arasındaki mesafeyi mi kapsıyor?
Cumhuriyet eğitimini bu durumlara düşüren bu kafalar her şeyi yapar…
Çünkü benzer bir olaya yine Akdeniz’de, birkaç ay önce tanık olmuştuk. Mersin’deki Nevit Kodallı Lisesi müdürü olan İbrahim Tol isimli şahıs, kız öğrencilerle erkek Öğrencilerin birbirlerine 45 santimden daha fazla yaklaşmalarını yasaklamıştı! Öğrenciler ve velileri bu uygulamayı okul bahçesinde protesto etmişti.
Dikkat ediniz, bu uygulamalar ülkemizin en çağdaş ve uygar yörelerinde başlatılıyor. Akdeniz de bakacaklar, kamuoyunda tepki oluşmuyorsa yavaş yavaş, alıştıra alıştıra öteki yörelerde aynı uygulamaya geçecekler…
Ve bir gün bakacaklar ki, bu İlkel, çağdışı uygulamalara toplum alışmış. Ondan sonra yap yapabildiğini. Hesaplan böyle.
Bir metrelik, 45 santimlik namus hatları!..
Çünkü herkesi kendileri gibi biliyorlar. Bu yüzden de öğrencilerle birlikte onları eğiten öğretmenlerimizi de aşağılamaktan utanmıyorlar.
* * *
Burada bunların kafa yapısına bir kez daha vurgulamak için başka bir örnek vereyim.
Bunlar sadece ilköğretim-lise düzeyindeki eğitimi değil, üniversiteleri de ele geçirdiler Bu ele geçirme işlemini, adına YÖK denilen ve tamamen kendi adamlarından oluşan bir kadro ile başardılar!
Üniversitelerin tamamına yakın bir bölümüne kendi adamlarını rektör olarak getirdiler. Birkaçı dışında üniversitelerimiz artık bunların elinde.
YÖK‘ün başında Yusuf Ziya Özcan diye biri var. Bunlar YÖK kararıyla üniversitelerde türbanı serbest bıraktılar.
Yusuf Ziya’nın şu sözleri dün medyada yer almıştı:
“Takdir toplayan bir icraatımız da üniversitede başörtüsünü serbest bırakmamızdı. (Türban (diyemiyorlar, başörtüsü diyorlar!) Bunu üniversite özerkliğinin bir şartı olarak görüyoruz. Üniversitelerimizin neredeyse tamamında mesele halledildi. Sadece 30-35 hocanın halen karşı duruşu var. Onları yakından takip ediyoruz. Yakında bu mesele halledilmiş olacak.”
Üniversite özerkliğini türbana endeksleyen bir kafa yapısı karşımızda! Ama herhangi bir üniversitede bir öğretim üyesi kalkıp YÖK ü veya bu iktidarı eleştirse, onun canına derhal ot tıkıyorlar. O zaman özerklik falan kalmıyor
30-35 hocayı yakından takip ediyormuş. Sen kimsin, polis misin nesin be mübarek adam
—————————–
GÜNAYDIN BAKAN
KEMAL Kılıçdaroğlu şu anda Başbakan Yardımcısı olan İçişleri eski bakanı Beşir Atalay’ı Deniz Feneri vurgununda köstebek olmakla suçladı. Bunun üzerine Beşir Bey çok kızdı, derhal savunmaya geçti ve şu sözleri ile kendisini aklamaya çalıştı:
“Masum insanları suçlu ilan etmek, onur ve haysiyetleri ile oynamak hem suçtur hem de ahlak yoksunluğudur. Gizli olan soruşturma dosyasından(Deniz Feneri dosyasından) bilgiler aktarmak, sızdırılan bilgileri henüz doğruluğu bilinmeden kamuoyunda paylaşmak, bir hukuk ihlalidir. Bu hassasiyetleri gözetmek hukuka saygılı olan ve vicdan taşıyan herkesin görevidir.”
Bakan Bey’in canı yanmış, çok doğru söylüyor. Ama doğruları sadece iğnenin ucu kendisine battığı için söylemek zorunda kalıyor
Bugüne kadar çuvaldızı hep başkalarına batırdılar, şimdi iğnenin ucu kendi tenlerine değince feryat ediyorlar.
Bu sözleri söyleyip hak, hukuk, vicdan, haysiyet ve adaletten dem vuran Beşir Bey özellikle: Ergenekon ve Balyoz davalarında nice haksız tutuklamalar yapılırken, nice yuvalar dağıtılır ve insanlara ıstırap çektirilirken, İçişleri Bakanı olarak görev yapıyordu.
Onun emrindeki polisler o gizli dosyalardaki her türlü bilgi ve belgeyi (bazı savcılarla birlikte) yandaş medyaya sızdırır, olur olmaz konularda günlerce yayın yapılmasını sağlardı. Bilgilerin çoğunun polis tarafından sızdırıldığını Beşir Bey herhalde bizlerden çok daha iyi bilir.
O yüzden nice masum insanlar hakarete uğradı. İftiralarla boğuştu, aileleri ile birlikle mağdur edildi Bazılarının ailesi simdi parasızlıktan sürünüyor, üstelik insanların namuslarıyla oynandı. Düzmece bilgi ve belgeler yandaşlara sızdırıldı, insanlara nice tuzaklar kuruldu
Bazıları intihar etti, çoğu halen Silivri Cezaevinde sürünüyor.
Beşir Bey bunları bire bir bilen kişilerin en basında geliyor çünkü polis onun emrinde idi. Polisin onun bilgisi olmadan dosya sızdırması söz konusu değildi. Eğer bilgisi dışında yapılan bir şeyler varsa derhal durdurmalı ve kamuoyuna bu konuda açıklama yapmalıydı. Böyle bir şey asla olmadı.
Şimdi canın yanınca, Kılıçdaroğlu’nun eleştiri okları sana yönelince hak, hukuk, adalet, haysiyet gibi kavramlardan dem vuracaksın, ama aynı uygulamalar -hem de yıllardan beri-nice masum insanlara senin bakanlığın döneminde yapılırken sessiz kalacak, bu kavramları makam odandaki çekmecelere kilitleyeceksin!
Beşir Bey şimdi çıkmalı ortaya bir kez daha ve diyebilmeli ki “Benim canım yandı. Ama geçmişte nice insanların canını da bizim yakışmış olduğumuzu şimdi anladım.”
Diyebilir mi? Diyemez?
Emin Çölaşan’ın notu: Tenzile Hanım’ın vefatının üzerinden bir hafta geçti. Ama “Üzüntü” ilanları gazetelerde dün bile yer alıyordu. Dünkü ilanlar arasında 66 şirket adına Elektrik Üreticileri Derneği, Tekstilkent Yapı Kooperatifi ve Kotanoğlu yeminli müşavirlik şirketi vardı.
Sizlere geçmiş olsun kardeşim! Sona kaldınız donakaldınız. Atı alan Üsküdar’ı günler öncesinden geçti. Daha önceleri neredeydiniz.
Emin Çölaşan
SÖZCÜ