Başbakan yardımcısı Babacan’ın açıkladığı orta vadeli mali programda, hükümetin dış açıkları düşürmeye niyetli olmadığı anlaşılıyor.
Programda bu sene 102 milyar dolar olan dış ticaret açığının, 2013’te 107 ve 2014’te ise 111 milyara çıkması hedef alınıyor. Bu hedefe yönelik politikalar, satır aralarına serpiştirilmiştir. Söz gelimi, programın ödemeler dengesi bölümünde, “İthalatın yıllık ortalama yüzde 7.7 artarak 2014 yılında 295.9 milyar dolara ulaşacağı tahmin edilmektedir” deniliyor.
Bu günkü kur artışı, kur dengesini sağlamıştır. Merkez Bankasının, 2003 yılı ve TÜFE bazlı ortalama reel kur endeksine göre bu gün dengededir. Kur dengesinden beklenenler,
- Bir... Sanayiciyi ithal aramalı ve hammaddeyi içerde üretmeye zorlamak ve ithalat bağımlılığını azaltmak...
- İki... İhracata rekabet gücü kazandırmak...
- Üç... Sonuç olarak da dış açıkları düşürmektir.
Programda öngörülen, ihracatta yıllık yüzde 12’lik artış, ithalatta ise yıllık yüzde 7’lik artış, bu hedefi sağlayamaz. Demek ki, hükümet ve Merkez Bankası, kur dengesini yeniden bozarak, TL’nin değer kazanmasını sağlayacaklar. Böyle olmasaydı, bu günkü kurlarla ihracatta daha yüksek artış, ithalatta ise düşme öngörülürdü. Kur konusunda, bankalar ve kısa vadeli dış borcu olan özel sektör, hükümete baskı yapmaktadır. Zira kur artışı kısa vadeli dış borcu olanların borç yükünü ağırlaştırmıştır. Ayrıca, bankaların yararlandığı sıcak para ve spekülatif sermaye akımlarını da yavaşlatmıştır.
Bunun içindir ki, hükümet kanadı cari açığın risk olduğunu itiraf etmesine rağmen, halen bazı banka iktisatçıları ve birkaç akademisyen aynı ezbere devam etmekte ve “finanse edildiği sürece cari açığın sorun olmadığını” öne sürmektedirler.
Gerçekte ise bir ülke yatırım malı ithal edip, bu nedenle cari açık veriyorsa, finanse edildiği sürece bu açık sorun olmayacaktır. Çünkü, yatırımlar nedeniyle dış borç alınıyorsa, bu yatırımlar devreye girdikten sonra kendi kendini ödeyecektir. Üstelik de istihdam yaratacaklardır. Yahut aynı şekilde yatırım malı ithalatı, varlık satışı ile finanse ediliyorsa, satılan bir işletmenin yerini yeni yatırımla belki daha verimli bir işletme alacaktır.
Gel gör ki, Türkiye’de toplam ithalatın yalnızca yüzde 15-16’sı yatırım malı ithalatıdır. Bunun da üçte ikisi, mevcut yatırımların revizyonu ve amortismanı için yapılıyor. Toplam ithalatın yüzde 72-73’ü aramalı ve hammadde ithalatı, yüzde 12-13’ü ise tüketim malı ithalatıdır.
Bu şartlarda, cari açığın finansmanı kolay yapılsa bile, ülkeden kaynak çıkışı olmaktadır.
Cari açığın finansmanında kullanılan dış borçlar için, her sene faiz ödemekteyiz. Banka, özel sektör ve devlet, kim olursa olsun dış borç faizi ödeyince, yurt dışına kaynak çıkışı oluyor.
Dış açığın bir kısmı, özelleştirme kapsamında altyapı ve kamu kuruluşlarının yabancıya satışı ile bankaların ve özel şirketlerin yabancıya satışından gelen dövizlerle finanse edildi. Yabancıya satılan bu işletmelerin elde ettikleri kârları da yurt dışına götürüyor. Hatta Telekom gibi kuruluşlar, getirdiği dövizleri ilk 6 yılda geri aldılar. 14 yıllık kazançlarının tamamını yurt dışına çıkaracaklar.
Sıcak para da, hem borsadan ve faizden kazandığını çıkarıyor; hem de ekonomide kırılganlığı artırarak, kur baskısı yaratarak dengeleri bozuyor.
Bu yollarla yurt dışına giden faiz ve kârların toplamı, her yıl 15-20 milyar doları buluyor... Dış açıklar olmasaydı bankaların yarısı yabancıya gitmezdi... Yurt dışına bu kadar faiz ve kâr transfer edilmezdi. İşin görünmeyen yanı, bu zararı toplumun ödediğidir. Bunları görmezlikten gelenlerin nasıl bir çıkar çarkı içinde oldukları belli oluyor.
Esfender Korkmaz
Yeniçağ