Hasan Pulur yazdı: "Fransa’ya yakışan…"

Ne zaman nerede karşılaşsak, laf sokuşturmayı pek sever, fırsatını buldu mu iğneler.
Geçen gün, yine öyle yaptı:
“Şu Sarkozy’nin ağzının payını niye vermiyorsun?” dedi:
“Tabii Başbakan öyle bir benzetti ki, size söylenecek laf kalmadı ya da Başbakan’la aynı frekansta yayın yapmaktan çekiniyorsun, ‘ne derler?’ diyorsun…”
Ağzının payını vermesek azar, bunları tanırız;
“Bana bak doğruyu ha Ahmet söylemiş, ha Mehmet söylemiş, bizim için fark etmez, öyle imalı konuşmana gerek yok! Biz çoktan Sarkozy gibilerin ağzının payını vermişizdir.”
* * *
Meraklı, ne demişiz acaba?
“Ben okumadım da!”
“Dinle, öğrenirsin!..”
Dedik ki:
“Oooo hoş geldiniz niye bu kadar geç kaldınız, Fransız dostlarımıza bu kadar geç kalmak yakışır mı?”
Devam ettik:
“Oysa biz sizi daha önce bekliyorduk. Bizi ne kadar sevdiğinizi biliriz.”
“Türkiye’de kaç nesil sizin kültürünüzle büyümüş, Fransızcadan başka yabancı dil tanımamış, günlük konuşmalarında bile cümlelerin arasına Fransızca kelimeler serpiştirmiştir:
Bonjour, bonsoir, aurevoir, merci, mensieur, madame, mademoiselle, merci beaucoup, gentille, mon cher.
Fransızcaya uygun olsun diye çok kere ‘yıkandım’ yerine ‘banyo aldım’ bile demiştir bu monşerler.
Biz size bu kadar yakınlık duyarken, toprağı bol olsun da Gaulle’ü bağrımıza basarken, siz bu kadar geç kalıyorsunuz.
Aman ne ayıp!
Bereket versin Güvenlik Konseyi’nde sesinizi duyduk da biraz teselli olduk.
Doğrusu çok yakıştı size…”
* * *
Neydi, nelerdi, Fransız dostlarımıza yakışan yaraşan?
Onları da sıraladık, tarihin utanç sayfalarından rastgele çekip, çıkararak:
“Cezayir’de özgürlük isteyen binlerce Müslümanı paralı askerleriniz lejyonerlerle katleden Fransızlara yakışan buydu…
Tunus’ta sivil halkı bombalatan Fransızlara yakışan buydu…
Paraşüt-çüleriyle yirminci yüzyılda Cezayir’de akla gelmedik işkenceleri yapan Fransa’ya yaraşan buydu.”
* * *
Birleşmiş Milletler’deki Türk delegesi Sayın Osman Olcay dünyaya Fransa’yı anlatıyordu:
“Fransa’nın bu davranışı Yunanistan’a satacağı Mirage uçaklarıyla ilgilidir. Türkiye, ElysÈe Sarayı’ndan ilhamını aldığı belli olan şartların dikte edileceği müzakereleri kabul edemez.
Fransa zaman zaman büyük devlet olabilmekte, fakat küçük işler yaptığı zaman da alabildiğine aşağılaşmaktadır. Şimdi karşımızda gördüğümüz, Fransa’nın bu küçük yanıdır. Yabancı lejyonların Fransası, Şakyet Yusuf cinayetlerinin Fransası, paraşütçülerin Fransası şimdi karşımıza geçmiş Türklerin yaptıklarını kınamaya kalkıyor. Fransa galiba büyüklük vehmine kapılarak, böyle bir rol oynamaya heveslendi. Fakat kimsenin çoktan beri ona büyüklüğünü yakıştırdığı yok.”
* * *
Dedik ya siz bakmayın Olcay’ın sözlerine…
Siz dostunuz Karamanlis’in Yunanistan’ına Mirage satıp kesenizi doldurmaya bakın.
Büyük Fransız ihtilaliyle, özgürlüğün simgesi olan Fransa’ya bu yakışır.
* * *
Dostumuz, aval aval bize bakıyordu, sordu:
“Bunları sen mi yazdın?”
Durduk, bir hesap yaptık:
“37 yıl önce yazdık: 21 Ağustos 1974… Sayın Başbakan, herhalde o günlerde okula gidiyordu!”
Bizimki maçın sonunda abandone olmuş boksöre dönmüştü, nakavt olmasına az kalmıştı ya da köşeden havlu atarlardı?
* * *
“Bak!” dedik, “bu olayın bir başka yanı da var, onu da anlatalım.”
“O tarihte Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı rahmetli Turan Güneş… Fransa delegesinin Türkiye aleyhinde konuşacağını öğrenince, delegemiz Osman Olcay’a haber gönderiyor:
- Doldur ağzına reçeli!”
Sarkozy’nin canı da reçel çekmiş, sözde Ermeni soykırımını ağzına alınca, Başbakan Erdoğan da kavanozu ağzına boca etti.

Hasan Pulur
Milliyet
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)