Zülfü Livaneli yazdı: "Yazıyla dünya değiştirilebilir mi?"

Eğer dünyayı değiştirmek isteyenler, öncelikle kendilerini bir parça değiştirebilseler, bu mümkün olabilirdi. Ama tam tersi bir durum var. Bir zamanlar dünyayı değiştirmeye soyunanlar, şimdi düzen bekçisi oldu. Hem de en ufak bir özeleştiri yapmadan.

Dayanışma azaldıkça, egolar büyüdü. Egolar büyüdükçe saldırganlık arttı ve hep birlikte gelip duvara dayandık.

Nedir bu duvar biliyor musunuz?

Kötü niyet ve cehalet alaşımının yarattığı korkunç duvar.

Her türlü iyi niyet çabasının, anlayışın, dostluğun, özverinin, merhametin, hakkaniyetin, ahlakın, vicdani hesaplaşmanın çarpıp tuzla buz olduğu bir duvar.

Cehalet derken halkı, hatta okuma yazma bilmeyenleri bile kastetmiyorum. Onların hiç olmazsa anadan, babadan, dededen geçen geleneksel bir kültürü var.

Asıl koyu cehalet okur-yazar kesimde. Çünkü her zaman çok akıllı geçindiler ama manipülasyonlara, kandırmacalara hep açık oldular. Siyasetin ve medyanın kendileriyle oynadığını göremediler, sezemediler bile.

Çünkü geleneklerinden kopmuş ama sağlam bir entelektüel kültüre ulaşamamışlardı. Bir de buna, halka tepeden bakan bir “Ben bilirim“ egosu eklenince tahammül edilmez derecede cahil ama kendini aydın sanan tipler türedi.

***


Yazıyla bir ülke değiştirebilseydi önce Türkiye değişirdi. Çünkü yıllardır bizden önceki kuşaklar dâhil- bu ülkede her şey yazıldı, her şey söylendi.

Bugünkü tartışmaları okudukça “zaten biliyoruz“ duygusuna kapılmamın nedeni budur.

Yazılarımız hep bir “erken uyarı“ sistemi gibi çalıştı; yaklaşan depremleri haber vermeye çabaladık ama o lanet duvara çarpıp çarpıp geri döndü bunlar.

90’lı yıllarda Kürt meselesinde PKK ile Kürt halkının ayrı ayrı ele alınması gerektiğini söyleyerek, o bölgedeki yurttaşlarımıza adaletle davranılmasını, faili meçhul cinayetlerin hesabının sorulmasını talep ettik.

Eğer halk duygusal olarak bölünürse, bunu bir daha toparlamanın çok zor olacağını haykırdık.

Aradan bunca yıl geçti; bakıyorum hâlâ bunlar konuşuluyor.

Türkiye’nin zaten 1000 yıldır Müslüman olduğunu, yeni hareketlerin amacının Müslümanlaşmak değil, Araplaşmak olduğunu birçok yönüyle ortaya koyduk.

Kendisine “sol“ diyen partilerin aslında solla hiç ilgisi olmadığını belirttik.

CHP’nin bu zihniyetle AKP ile baş edemeyeceğini, dünyayı daha iyi kavrayarak yeni politikalar geliştirmesi gerektiğini yıllarca tekrarladık.

Milliyetçilikle solculuğun bir araya gelemeyeceğini, uluslararası literatürde solun “patriot“ yani yurtesever olabileceğini, “nasyonalizm“ ideolojisine kayamayacağını, “ulusal sol“ diye bir akım yaratmanın tuzağa düşmek anlamına geldiğini söyledik.

Tek bir partinin bütün sistemi ele geçirmesinin, erkler ayrımını ortadan kaldırmasının ve insanlara nefes alacak en ufak itiraz alanı bırakmamasının demokrasiyle alakası olmadığını, sonunda o iktidarın da kendi aleyhine dönecek bir durum yarattığını yazdık.

En az 20 yıldan beri, kadına karşı şiddetin, dünyanın en aşağılık suçu olduğunu anlatmaya çalıştık. Romanlar, yazılar yazdık, konferanslar verdik.

Meclis’in dikkatini “artan şiddet“ konusuna çekmeye çalışıp, bir komisyon kurulmasına ön ayak olduk. Irkçı 301. maddeye karşı çıktık.

Mustafa Kemal’le, Kemalizm maskesi takanları birbirinden ayırmak gerektiğini belirtip durduk. Bütün darbelere karşı mücadele ettik.

On sekiz yıl önce, herkes sağ-sol kutuplaşmasından söz ederken, sol ve sağın dağılmakta olduğunu, Türkiye’nin din, milliyetçilik ve etnik temelde üç kampa bölüneceğini yazdık.

Sonuç:

Herkes bildiği yolda yürümeye devam etti, önündeki tuzaklara düştü, aklı sonradan başına gelenler olduysa da iş işten geçmişti artık.

Bu kadar yazının, mücadelenin neticesi; makul, düzgün kişilerin artan dostluğu, kötü niyetli, cahil ve kıskanç profesyonellerin ise artan düşmanlığı oldu.

Uzun sözün kısası şu: Demek ki yazıyla dünya değiştirilemiyormuş.

Değiştirilebilse bile, insanın ömrü bunu görmeye yetmiyormuş.


Zülfü Livaneli
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)