Bu savaş pilotuna kulak veriniz…


SEVGİLİ okuyucularım, Türk Ordusu’nun yüzlerce komutan ve seçkin subayları Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda yargılanıyor. İçlerinde Genelkurmay Başkanları, Kuvvet ve Ordu Komutanları ile birlikte her kuvvetten subaylar var.

Aradan aylar ve yıllar geçti, hepsi tutuklu.

Emekliler Silivri, halen görevde olanlar ise Hasdal ve Hadımköy askeri cezaevlerinde yatırılıyor.

Davaların ne zaman biteceğini bilen yok ama çıkmaz ayın son çarşambasında sona ereceği tahmin ediliyor!

O seçkin insanlardan zaman zaman mektuplar alıyorum, burada size iletiyorum. Bazılarını ise çeşitli nedenlerle yayınlamak mümkün olmuyor.

İki gün önce bir mektup daha aldım.

Bu kez yazan, Türk Ordusu’nun bir savaş pilotu. Hadımköy Askeri Cezaevi’nde yatmakta. Şimdi bu mektubu size aynen iletiyorum.

“Sayın Çölaşan, ben Hava Pilot Kurmay Yarbay Süleyman Namık Kurşuncu. 8 Temmuz 2011 tarihinde tutuklanana kadar TSK’da Harbe Hazır F-16 pilotu olarak görev yapmaktaydım.

Size bu mektubu yazmaktaki amacım, haksız ve hukuksuz bir biçimde içine itildiğimiz duruma dikkatinizi çekebilmek, darbe yanlısı damgası yamamak için askeri şahıslara karşı yapılan tüm haksızlıklara karşı hiçbir sesin çıkarılamadığı günümüz ortamında, mümkün olabildiğince çok kişiye haklılığımızı duyurabilmektir.

Ben hukuki olmaktan çok, siyasallaştırılmış bir davanın sanığı ve mağduru yapılmış bir savaş pilotuyum. Yıllarca hayatımı hiçe sayarak Bosna, Kosova ve İç Güvenlik Harekatlarında (PKK’ya saldırı amacıyla EÇ) uçtum.

İki bin saatin üzerindeki uçuş hizmetimin büyük bir kısmını F-16 ile uçtum. İki uçaktan 50 uçağa kadar oluşan ve kimi zaman altı yedi ülkeden oluşmuş paket kollara liderlik yaptım.

Uçuş kariyerim boyunca hem kendim, hem de liderlik yaptığım görevlerdeki kanat arkadaşlarım görevlerimizi başarıyla tamamladık ve üslerimize kazasız belasız döndük.

Gidip de evime dönemediğim tek yer Beşiktaş adliyesidir.

Hiçbir suretle hak etmediğim bir şekilde, uzun süredir askeri cezaevinde tutuklu olarak bulunduruluyorum.

Balyoz davasından yargılanıyorum. Bu dava tamamı imzasız ve dijital olan sözüm ona plan ve yazılardan ibarettir. Dijital veriler kişisel bilgisayarlarımızda bulunmamıştır. Plan ve yazıların hiçbirinde, sanıklarla ilişkilendirmeye olanak sağlayacak tek bir imza, paraf veya parmak izi tespiti yoktur.

Bu verilerin kim tarafından, ne zaman ve nerede hazırlandığı bilinmemektedir. Bu husus değişik bilirkişi heyetlerince defalarca belirtilmiştir. Mahkeme heyeti lehte olan bu unsurları yok saymaktadır. Bu davanın amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması değil midir? Şaşkınlığımız ve isyanımız bu noktadadır.

Davanın çıkış noktası, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığı Karargahı’nda yasal olarak yapılmış bir plan semineridir. 250 tutuklu sanığın sadece 50′si bu seminere katılmıştır. Ben dahil 200 tutuklu sanığın seminerle ilgisi yoktur.

Ben o tarihte yüzbaşı idim ve Hava Harp Akademisi’nde öğrenci subaydım.

Şahsıma bu dava kapsamında yapılan suçlama ise akıl ve mantık sınırlarını zorlamaktadır. Benim, sözde ilan edilecek sıkıyönetim kapsamında Fenerbahçe Stadı’nın HAVADAN KONTROLÜNÜ yapacağım, manipülatif (yani suç için özel üretilmiş) dijital bir veriye dayanılarak iddia edilmektedir.

Dünyada hiç yapılmamış, havacılık tarihinde örneği olmayan bu olayda savunmamı yaparken

“Ne ile suçlanıyorum, uçan gardiyan olmakla mı?” diye sorduğum soruya halen cevap alabilmiş değilim.

İddia edilen suçlamanın mantık dışı ve sarılmasının imkansız oldugu Hava Kuvvetleri Komutanlığı bilirkişi raporu ile mahkemeye bildirildi. Mahkemede Fenerbahçe Stadı’nın havadan görüntüsü ve uçak saatte 650 kilometre hız ile uçarken, sadece BİR SANİYE süresince görüleceği vurgulandı.

Savunmam sırasında mahkeme heyeti ve savcılar anlamış gibi bana baktılar ve tek bir soru bile soramadılar.

Sonuç: Savcı 20 yıl hapis istemi ile son mütalaasını verdi!

Bu suçlama akıl ve mantık dışıdır. Dünya havacılık literatüründe örneği yoktur. Ben bir Türk vatandaşı olarak herkesin yanında, azıcık da evrensel akıl ve mantık talep ediyorum.

Ayrıca benim gibi yüzlerce subay, general ve amiral benzer komiklikte ve dayanaksız iddialarla tutukludur.

Türk adalet sistemi, dünya çapındaki değerlendirmelerde aldığı eleştiri ve düşük notları bence fazlasıyla hak etmektedir.

Tutukluluk süresince yaşadığımız sıkıntı ve acıları, benzeri ile karşılaşmamış kişilere açıklamam zor.

Bana, eşime ve evladıma yapılanlar maddi ve manevi işkencedir. Herhangi bir Türk vatandaşının da benzer adaletsizliğe uğramasını asla istemem.

Allah hepimizi iftiralardan korusun.

Saygılarımla.”

Türk Ordusu’nun Kurmay Yarbay rütbesindeki bir savaş pilotu haksızlığa uğramış, işte böyle haykırıyor. Devletimiz o savaş pilotunu yetiştirmek için nice harcamalar yapmış, onu uluslararası görevlere göndermiş, PKK’yı bombalatmış…

Ve sonuç ortada!

O seçkin savaş pilotunun ve aynı durumdaki silah arkadaşlarının feryatlarına kulak verecek hiç kimse yok!

Yargı kulağını kapamış, duymuyor.

Genelkurmay Başkanlığı aynı durumda. Bırakın duymayı bir yana, tutuklu olan eski komutanlarının, silah arkadaşlarının bir kez olsun hatırını bile soramıyor!

Dün ilginç bir mesaj daha aldım. Altay Tokat imzalı mesajın, eğer isim benzerliği değilse, uzun yıllar PKK’ya karşı vuruşan emekli Korgeneral Altay Tokat tarafından gönderildiğini düşünüyorum. Birkaç cümlesini çıkarıp

özetliyorum:

“ (Necdet Özel tarafından) Yapılan bir açıklamada dünyanın en disiplinli ordusu olarak gösterilen ordu şeklinde ki nitelemeye ne yazık ki katılamıyorum. Son yıllarda ÇOK GİZLİ belgelerinin medyaya tomar tomar sızdırıldığı bir kuruma yüksek disiplinli denilebilir mi?

Yüzlerce mensubunun terörist şüphesiyle tutuklandığı kurumda disiplin inandırıcı olabilir mi?..

Kendimizi kandırmayalım, ve gerçekleri cesaretle görelim ki, sorunları çözebilelim. Aksi takdirde sorunlar daha da derinleşir.

Şekil disiplini önemli değil hatta tehlikelidir ve savaşın ruhuna ters düşer. Bu disiplin baskı temeline dayanır. Önemli olan fonksiyonel disiplindir.

Açıklamada kastedilen disiplinin hangisi olduğunu pek anlayamadım.

Saygılarımla.”

Sevgili okuyucularım, Tayyip partisinin Kahramanmaraş il kongresinde nutuk atarken şu sözleri söyledi:

“Şimdi en ağır hakaretlerle TSK’yı hedef almaya başladılar. Ordumuzun şerefli mensuplarına hakaretler ahlaksızlıktır, edepsizliktir, kendini bilmezliktir. Kahramanlığı ile nam salmış ordumuza ağzı alınmayacak hakaretler yapmak zavallılıktır…”

Birincisi, onun söz ettiği gibi hakaretler falan asla yok. İkincisi, Genelkurmay’ın başına Necdet Bey’i getirdikten sonra Tayyip en büyük ordu savunucusu (!) kesildi. Geçmişte böyle değildi, en yakınları bile ordumuza ve komutanlarına hep birlikte veryansın ederlerdi.

İşte size Başbakan Yardımcısı, suikast mağduru (!) Bülent ‘in Van’daki sözleri:

“Emekli orgenerallerin ses kayıtları var. Aman Allahım, neler konuşmuşlar, neler söylemişler.

Allah’a çok şükür ediyorum ki,

Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok.

Askerlikten başka her şeyi yapmışlar.”

Ordumuza bundan daha büyük hakaret olur mu? Ama o günlerde Genelkurmay kendi elemanlarından oluşmadığı için, Tayyip bu ağır hakaretlere ses çıkarmıyordu.

Ne zaman ki Necdet Bey Genelkurmay Başkanı oldu, Tayyip Genelkurmay’ın bile avukatlığını üstlendi!

Dünya tersine döndü!


Emin Çölaşan
Sözcü

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)