Birinci Dünya Savaşı bitmiş, mağlup Osmanlı’nın payitahtı savaşın galibi ülkelerin gemilerince kuşatılmıştır. Anlatıldığına göre, Boğaz’daki yabancı savaş gemilerine bakan Mustafa Kemal “geldikleri gibi giderler” demiştir.
Güzel, oturaklı, anlamlı bir sözdür.
Ancak, biraz sinikçe bakılır, ince elenip sık dokunursa, “riskli” bir öngörü olduğu söylenemez. Çünkü bu gemiler oraya Akdeniz, Ege Denizi, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi yoluyla gelmişlerdir. İlânihaye İstanbul’da kalamayacaklarına ve Karadeniz’den de çıkamayacaklarına göre, gene aynı yolu izleyerek geri döneceklerdir.
Bu anlamda “geldikleri gibi gideceklerdir.”
***
Bundan dokuz yıl önce bu ülkenin başına AKP gelmiştir.
AKP’nin nasıl “geldiğini” kısaca özetlemek mümkündür: Sermayesiyle, medyasıyla ve ortalama kamuoyuyla ekonomik krizlerden, bu krizlere zemin hazırladığı düşünülen eğreti koalisyon hükümetlerinden yorulan, üstelik gelecek açısından kaygılanan “düzen mantığı”, yeni ve güçlü bir iktidar aranışına girmişti. Bir de, bu aranış, bölgeye ilişkin planları çerçevesinde emperyalizmin Türkiye’ye yeni bir rol biçmesiyle, bu rolü üstlenecek yeni ve yıpranmamış bir iktidar istemesiyle örtüşmüştü.
Gerçi önemli ayrıntıları, incelikleri vardır; ama AKP’nin böyle “geldiğini” söylemekte pek sakınca yoktur.
Peki, AKP “geldiği gibi” mi gidecektir?
Başka bir deyişle, yeni ekonomik krizler, bu krizlerle gelen yorgunluk ve taze aranışlar, AKP’nin bir noktadan sonra dış odaklar tarafından “kontrol edilemez” sayılması, AKP’nin gidişini hazırlayan etmenler mi olacaktır?
Soru budur.
***
Soru buysa, bugün görünenle verilebilecek yanıtı da şudur: AKP, geldiği gibi gitmeyecektir…
Bir kere, sermaye sınıfının Türkiye’de bugünkünden farklı bir ortam ve farklı bir iktidar arzulamasını gerektirecek hiçbir durum yoktur. AKP’nin kimi politikalarından ve kollamalarından pek hoşnut olmayan belirli sermaye kesimleri olabilir. Ancak, AKP’nin bir bütün olarak sermaye sınıfı adına sağladığı ideolojik, siyasal ve kültürel güvenlik kuşağı ortadayken bunu dert etmeleri beklenemez.
Sermaye sınıfı, doğası gereği, bildiği ve tanıdığı “terslikleri”, bugünden kestiremeyeceği olası tersliklere tercih eder.
İkincisi, emperyalist odaklar açısından bugün AKP’nin ipinin çekilmesini gerektirecek hiçbir durum yoktur. Yakın gelecekte olacağa da benzememektedir. Gerçi emperyalist siyasetin mantığıyla sermaye sınıfının içgüdüleri arasında önemli bir fark vardır, ikincisi sağlamcıyken birincisi risk almaya, belirsizliklere oynamaya ve yeniyi denemeye yatkındır. Ne var ki, AKP’nin emperyalizm için denemeye değer bir “yeni” bırakmadığı ve bırakmayacağı da ortadadır.
O zaman, AKP geldiği gibi gitmeyecektir.
***
Peki, nasıl gidecektir? Daha doğrusu, nasıl gidebilir?
“Dış” ve “iç” dinamiklerden hareketle kimi kestirimlerde bulunulabilir. Burada “dış”, bu ülkede, ancak AKP’nin kendisinin ve kontrolünün dışında gelişebilecek süreçlerle ilgilidir. “İç” ise, AKP’nin kendi içinde ortaya çıkabilecek durumları anlatmaktadır.
“İçe” ait bir olasılık, AKP’nin bir tür “ANAP sendromu” yaşamasıdır. Kastedilen, Turgut Özal’ın 1989 yılında Çankaya’ya çıkmasının ardından ANAP’ın içinin bir gayya kuyusuna dönmesi ve partinin iktidardayken inişe geçmesidir.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı (veya “Başkanlığı”) bu boyutuyla da değerlendirilmelidir.
İkinci bir olasılık, AKP’nin cemaatlerle papaz olmasıdır.
Geleneksel “devlet” ve “devletlilik” refleksleri sergileme açısından AKP’nin Cumhuriyet döneminin diğer iktidarlarından aşağı kalır yanı yoktur. Devlet-siyaset alanında tekelini kuran AKP gibi bir siyasal oluşumun, toplumsal/sivil yaşamda “görece özerk” odakların serbest hareketine daraltıcı sınırlar getirip mevcut modus vivendi’yi sarsması mümkündür.
Ancak, bunların hepsinin ötesinde asıl üzerinde durulması gereken, ekonomik krizli veya krizsiz, sınıf dinamiğinin, kitlesel tepkilerin ve toplumsal muhalefetin canlanma olasılıklarıdır.
Bu son olasılığın gerçekleşmesi halinde, daha önce değinilen “iç” gerilimler hiç yoksa bile ortaya çıkacak, varsa da iyiden iyiye azacaktır. Böyle bir durumda AKP “geldiği gibi” değil başka türlü gidecek, giderken bıraktığı Türkiye’nin çehresi de çok değişmiş olacaktır.
Metin Çulhaoğlu/Birgün