Aynı dağın yeliyiz biz


Suriye Lideri Esad, Başbakan Erdoğan’ın şu an için dünyada en çok kızdığı kişidir.
Sahip olduğu muazzam maddi güce güvenerek, sinsi sinsi AKP Genel Başkanlığına ve Başbakanlığa oynayan İ.Melih Gökçek’e bile bu kadar kızmaz.
Eline geçirse, önce bir kafa atıp sonra da bir kaşık suda boğacak kadar kızar eski biraderi Esad’a.

Artık Suriye Lideri Esad, Başbakan Erdoğan’ın şahsi meselesi haline geldi.
Sanki aralarında nesiller boyu devam eden bir “kan davası” var.
Suriye Lideri Esad, aklı sıra Erdoğan’ı madara etmişti. Esad’ın eşi Esma Hanım ile Emine Hanım arasındaki karşılıklı çekirdek çitlemekten kırlent işlemeye, kahve falına bakmaktan küçük parmak inceliğinde yaprak sarması sarılmasına kadar varan dostluğu gerçek sanan Erdoğan, bu dostluğun verdiği güvenle ve biraz da 11 saat havada kalmanın verdiği sarsıntıyla, özel jetiyle gittiği Amerika’da eşbaşkanlık görevini beraberce yürüttüğü Obama’ya;
“Siz bu işe kafanızı takmayın iş bende, hallederiz” diye söz vermiş fakat Esad’ın arap inadı yüzünden Obama’nın gözünde “sözünü tutamayan adam” durumuna düşmüştü.

Ne vardı sanki bu kadar inat edecek, bir türlü anlayamıyordu Erdoğan!...
Esad’a sadece “ülkeni ve iktidarı bırak, gel Türkiye de rahatça yaşa”, dediği halde adam inat etmiş ve üstüne üstlük Türkiye’nin iki uçağını da düşürmüştü…

Birleşmiş Milletleri tekrar zorladı, ama Rusya ve Çin “Nuh diyor, Peygamber” demiyorlardı… Erdoğan, uçağına atladığı gibi Putin’in yanına gitti.
Fakat gitmesiyle gelmesi bir oldu. Putin’in suratı “put” gibi, yani mahkeme duvarı gibi idi !...
Putin de, aynen Obama gibi Davutoğlu’na eliyle bir işaret yapmıştı.
Erdoğan lisan bilmediği için, Davutoğlu’nun yüzündeki ifadeden, işaret sonrası yapılan konuşmaların olumsuz olduğunu hemen çakmıştı…

Ne yapmalıydı da Obama’nın gözündeki itibarını tekrar kazanmalıydı?..
Her kapının yüzüne kapandığı anda, Ehud Barak’ın beyanatı üzerine kafasında bir ampul yanmıştı. Tabi ya, neden olmasın ki !...

Ne diyordu İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak;
“Orduya hazırlık emri verdim. Suriye’deki kimyasal silahların Hizbullah’ın eline geçmesini önlemek için Suriye’ye operasyon hazırlığına başladık”.
Tamam işte, aynen Irak gibi. İsrail aşağıdan Türkiye yukarıdan işi bitirebilir, Esad’ı devirebilirlerdi.
Obama bu habere çok sevinecekti. Gerçi bir iki pürüz vardı ama, Türkiye halkının kendisine olan sevgisi böyle devam ettikçe, bu pürüzleri aşmak çocuk oyuncağıydı.

*İlk Pürüz, İsrail ile olan ilişkilerin bozukluğuydu. Keşke zamanında Dışişleri bürokratlarını dinleseydi. İHH’nın gazına gelip gemiyi Gazze’ye gönderince adamlar, uluslararası sularda 9 Müslüman Türkiyeliyi öldürmüşlerdi !..
Neyse ki kendi milletvekillerini gemiden son anda indirmeyi akıl etmişti.
Üstelik adamlar ne özür dilemişler ne de üç kuruş tazminat ödemişlerdi.
Bu işi düzeltse düzeltse Amerikalıların “Pilli Tavşan” dediği Ahmet düzeltirdi.
Onun yanına birkaç fidan koyup gönderirse, İsraillilerin gönlünü tekrar kazanabilirdi. Oslo’da işleyen bu plan, Telaviv’de de işleyemez miydi?..

İkinci Pürüz, Türk Milleti idi. İsrail ile bir olup, Müslüman bir ülkeye saldırmayı özellikle kendi dindar tabanına nasıl anlatacaktı? Öyle ya, bu mızrağı çuvala nasıl sığdıracaktı?..
Birdenbire, “Yahu” dedi; “Irak’takiler Müslüman değil miydi?
Amerikalılar Irak’ta on binlerce Müslüman kadına tecavüz etmemişler miydi?
Çoluk çocuk, yaşlı genç demeden bir milyona yakın Müslüman’ı öldürmemişler miydi? Kendisi de Türk Hava Sahasını Amerikalılara açıp, İncirlikten kalkan uçakların Iraklıların üzerine bomba yağdırmasına izin vermemiş miydi?
Türk Milleti bunları bilmiyor muydu? Bildiği halde çuvalla oy vermemiş miydi? Vermişti.
Eee, demek ne yaparsa yapsın millet ona körü körüne oy vermeye devam ediyordu!..

Erdoğan rahatlamıştı, dilinden eski şarkısının yeni versiyonu dökülmeye başlamıştı;
“Aynı dağın yeliyiz biz, Ampul ile haçı aynı anda taşırız biz!...”
Yaşasın Siyonist ampuller, kahrolsun Suriyeli Müslümanlar !...

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)