Çıraklıktan Ustalığa AKP ya da Olmayan Demokrasi


3 Kasım 2002 günü yapılan genel seçimler öncesi AKP adına Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçmenlere başlıca vaadi Türkiye’yi demokratikleştirmekti. Etkili konuşmalar yapıyordu; partisine kazandırdığı 10.848.704 oyla Başbakan oldu. AKP oyların yüzde 34.43’ünü almış olmasına karşın Seçim Yasası’nın çarpıklığı sonucu TBMM’deki sandalyelerin yüzde 66.36’sını (365) alarak birinci parti olmuş, hükümeti kurmuştu. Türkiye uzun yıllardır ilk kez tek partili bir hükümet tarafından yönetilecekti.

AKP hükümeti iktidarının ilk yıllarında Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda birtakım önemli adımlar attı ve bu adımları özellikle bir “akım” oluşturmaya çabalayan liberal çevrelerce olumlu karşılandı. Görsel ve yazılı basın gibi akademik çevrelerde de liberaller AKP hükümetine açık destek verdiler. Bu kesimin oluşturduğu havanın da önemli etkisiyle AKP beş yıl sonra, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden de birinci parti olarak çıktı. Aldığı 16.327.291 oyla toplamdaki payını yüzde 46.58’e çıkartmış, TBMM’de 341 sandalyeye sahip olarak yeniden bir tek parti hükümeti kurmuştu. Bu yasama döneminde Avrupa Birliği ile ilişkiler zayıflamış, beş yıldır kendisini “koşulsuz” desteklemiş liberal çevrelerde tedirginlikler, endişeler baş göstermişti.

Oysa bu beklenen, öngörülen bir durumdu; AKP ve Başbakan için vazgeçilemez olan liberaller değil, “mütedeyyin”, “milliyetçi-muhafazakâr”, “Sünni” tabandı. Bu yasama döneminde politikalarını bu tabanın desteğini kalıcılaştırmak doğrultusunda yürüttü. Sağlık hizmetlerindeki görece iyileştirmeler, okul kitaplarının devlet tarafından bedelsiz dağıtılması gibi uygulamalar bu doğrultuda atılan adımlardır. AKP hükümeti, yine bu dönemde Bülent Ecevit hükümetince görevlendirilen Kemal Derviş tarafından önerilen ve yürürlüğe sokulan mali disiplin politikasını birebir sürdürerek dünyayı sarsan ekonomik krizin, Türkiye’nin bir Yunanistan, Portekiz, İspanya veya İtalya ölçüsünde etkilenmesini engelledi. Bu arada Türkiye, dünya ekonomik büyüklük sıralamasında 18. basamağa yerleşmişti. Bu verileri propaganda malzemesi olarak ustaca kullandı. Bu yasama döneminde de “demokratikleşme” sözcüğünü dilinden düşürmüyordu. Kürt, A-levi ve Roman açılımları da bu döneme rastlıyor. Ne var ki her üç “açılım” da fiyaskoyla sonuçlandı. Güneydoğu’da savaş şiddetlenerek sürüyor, Aleviler hâlâ cemevlerini ibadethane olarak kabul ettirme savaşımı veriyorlar, Sulukule’yi de Romanların başlarına yıktılar.

Bu arada özel yetkili mahkemelerin savcıları da boş durmuyorlardı. Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan el bombaları nedeniyle açılan soruşturmada ilk gözaltılar 12 Haziran 2007 günü gerçekleşmiş, “Ne oluyor” demeye kalmadan ilk soruşturmalar, 1. Ergenekon olarak adlandırılacak 108 sanıklı bir davanın başlamasına yol açmıştı. Bu davayı 1 Temmuz 2008 günü gözaltına alınan 10 kişi ile birlikte açılan ve sanık sayısı 119’a yükselen 2. Ergenekon davası izledi. Daha sonra açılan “Poyrazköy”, “Balyoz” vb. davaların toplam sanık sayısı ise 347 idi. Gazeteciler, yazarlar, bilim insanları, televizyon kanalı sahipleri, her rütbeden emekli ya da muvazzaf subaylar ve daha birçok insan tutuklanarak demir parmaklıklar ardına atılmıştı. Kürtler de boş bırakılmıyordu. PKK’nin “şehir yapılanması” olduğuna ilişkin açılan davalarda sayıları 8 bini bulduğu tahmin edilen Kürt yurttaşımız gözaltına alınmış veya tutuklanmış, belediye başkanları, il ve ilçe genel meclis üyeleri, örgüt yöneticileri, milletvekili adayları ve daha sonra milletvekilleri “içeri alınan” BDP’ye ağır bir darbe vurulmuştu.

Tutuklananlar arasında hiç kuşkusuz suç işlemiş olanlar da vardı, fakat onlar “kalyon figürü” olarak öne çıkartılıp onca insan özgürlüklerinden yoksun bırakılıyordu. Evrensel hukukun temel ilkelerinden biri olan “masumiyet karinesi” bu davaların sanıkları için geçerli değildi. Kimi sanıkların tutukluluk süreleri 4-5 yılı bulmuştu. Bu davaların amacı üzüm yemek değil, bağcıları dövmekti. Savcılar bağcı dövmeye doyamıyorlardı. Üniversite harçlarını protesto eden öğrenciler, gösteri yapan işçiler, çevreciler, gazeteciler tutuklanıyor, haklarında açılan davalarda savcılar astronomik cezalar verilmesini istiyorlardı. Kısacası AKP iktidarına karşı olan her kesimden, her görüşten, her yaştan insanlara karşı cadı avları düzenleniyordu. Medya da bu avdan payını almış, onlarca köşe yazarı, program yapımcısı ve yorumcu çalıştıkları gazete ve televizyon kanallarından kovulmuş ya da ayrılmak zorunda bırakılmıştı.

Yerimiz ne yazık ki bu kadar, konuyu bir başka başlık altında bir sonraki yazıda sürdürelim.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)