Aydınlık yazarı Prof.Dr. Yalçın Küçük, Ergenekon davasında 22 yıl 6 ay ceza aldıktan sonra ilk makalesini yazdı.
İşte Küçük’ün Barış Zeren’in takdimiyle yazdığı o yazısı:
AKP’nin Efsunu Dağılırken
AKP efsunlu bir hükümet mi? Hiç değilse 2007 yılından beri, Cumhuriyet mitingleri, aleyhte sonuçlanan kapatılma davası, alabildiğine her toplum kesimiyle savaş, adalette, siyasette, ulusal güvenlikte, eğitimde, sporda, kültürde, kısacası istisnasız her alanda çöküşler ve dizi dizi skandallar; bunların bir tanesi bile, olağan hukuksal ve parlamenter denetim altında işleyen bir hükümetin istifasına, iskatına yeterdi. Ama sayısız kere yere düşmüş bu hükümet her defasında yerden kalktı. Bunu, her başı sıkıştığında gizli tatillere kaçmak zorunda kalan, bu yeteneksizler iktidarının başındaki Erdoğan’ın maharetine bağlayanlar az değil. Oysa, Haziran Direnişi’nin damgasını vurduğu bu yaz boyunca AKP’nin kimlerle sevgi-nefret, daha doğrusu, müzakere-muharebe danslarına başladığına bakınca rahatlıkla gözlemliyoruz ki, AKP’nin efsunu şu: AKP, AKP’den ibaret değildir ve bir de “derin AKP” vardır; Erdoğan her defasında yerden kalkmamış, kaldırılmıştır. Şimdiki saldırgan telaşıyla aradığı da tutacak bir eldir.
Haziran’ın sözü
Peki AKP yeniden yerden kaldırılabilir mi? Yalçın Küçük, Le Monde Diplomatique’in son sayısından yola çıkarak bunu tartışıyor. Kendisini Silivri’deki pervasız hukuk katliamıyla mahkum edebileceğini sanan bir despotizmin sonunu aynı hafta tartışmak, ancak bu ülkenin aydınına nasip olabilecek bir ironi olmalı. Bu ironi, Batı’nın sönmüş fikir dünyası karşısında, en yoğun toplumsal çelişkilerin düşünceleri ateşlediği ülkemize çok yakışıyor.
AKP dışındaki AKP ise en başta, hükümetin demokrasisi, başarıları masallarını yayanlardır. Bu reklamların başlıca salgılayıcısı Batı basını şimdi kendi anlattığı masalların esiri olmuşa benziyor. Masalları ördükleri klişeleri, Türkiye’deki toplumsal özlemleri kavramaktan çok uzak. Argümanlarından, bir Erdoğan’sız AKP özledikleri izlenimi çıkıyor; ama Erdoğan’dan vazgeçmenin AKP’den vazgeçmek olduğunu çaresizce görüyorlar. Ufukları, çıkarlarının müsaade ettiği kadardır. Le Monde Diplomatique’ten CHP-MHP-BDP’li düzen muhalefetine uzanan miyopluk, aslında “derin AKP’nin” dermansız sancılarıdır. Apaçık görünüyor, Erdoğan’dan sonrası, aslında bir bütün olarak AKP’den sonrası meselesidir ve bu kez sorunun yanıtını vermede, “derin AKP” değil, “hükümet istifa” şiarında ısrarcı Haziran ruhu belirleyici görünüyor.
Diplomatique’de
Cahiliye’den Doktorlar & Masalcılar & Kılıçdaroğlu Hediyesi
Le Monde Diplomatique’de temel mesele yıkıldığı kabul edilen Erdoğan’ın canlanma şartlarıdır, tabii başta “mümkün mü” sorusu var. Fakat tuhaf, belki bilinç-altı, yazı bir masal dünyasında geziniyor, Alice’den ve “Harikalar Ülkesi” serüvenlerinden tekrar haberdar oluyoruz, yazının bu yanı, sanki çocuklar için tertiplendiğini düşündürebiliyor. İlginç, bu parçaları çekip çıkarmak ve tanıtmak ihtiyacı duydum; ancak masalcılara da pek kıyamadım, inisiyalleri ile yetiniyorum. Ve başlıyorum.
Akepe vagonuna binenler
AB Hanım, liberal aydınların hatta sosyal demokratların, akepe’de, en alt tabakaları, tabandaki halkı, ülkenin demokratizasyonunu kaydırma kapasitesi gördüklerini, de transformer les opinions de la base populaire dans le perspective d’une démocratisation du pays, ve bu nedenle desteklediklerini buyuruyor. Ve saçmalıyor, saçmadır; Refah’tan gelen ve islamlaşmayı derinleştirmeyi kabul etmiş bir partiden demokratizasyon bekleyecek bir ahmak Türkiye’de dahi yoktur. Kendisini mi anlatıyor yoksa rahatlıyor mu, bilmiyorum.
M. Belge, H. Berktay, O. Çalışlar, önce solcu, sonra Kürtçü ve sonra akepeli oldular; üçünden de Cumhuriyet’in yıkılışını beklediler. Altan Kardeşler, Ahmet-Mehmet, sosyalist olamadılar ama Kürt Treni’ne ve arkasından akepe vagonuna yetiştiler. Şimdi şaşkınlar çünkü Cumhuriyet yıkılmıyor.
İslamist masal
DY Hanım da sadece Alis Harikalar Diyarı’ndaki bir Alis’tir. Gerçekten bir masal dünyasında yaşıyor, şimdi sorun şu, böyle bir parti ve böyle bir lider, nasıl olur da başarılı olmuştur, desteklerini eksik etmediler, mazeret bulmalı ve kendilerini justifier etmelidirler, işte bir masalcı kız bulmuşlar. Bu Hanım’a göre de akepe’nin peri masallarındakilere benzer bir örgütü var; ve daha doğrusu bir masaldır.
Masalcı DY, bir, güzel bir müslüman kızla evlenmek mi istiyorsunuz, örgüt var, kız hazırdır. İki, kömür mü istiyorsunuz, hastahaneye mi yatmak zorundasınız, görevlisi ve sorumlusu kapıdadır. Üç, on donne en fonction des besoins de chacun et on obtient les vites en retour, inanılmaz ve ancak masallarda olabilir; herkese ihtiyacına göre verilir, herkesten imkanına göre alınır ve la base populaire mi, “en halk” mı, fakirin imkanı, oyudur ve akepe toplamaktadır. İşte hepsi budur.
Globalizm dedikleri
Harika harika, Z.Ö., en harika, “Triumph of Conservative Globalizm” dahi yazmış, “Muhafazakarların Globalizm Zaferidir”, müthiş; cahiliye devrinden kalmadır, dünyanın hiçbir yerinde ilericiler ve sosyalistler globalist olmadılar. En globalist ise Muhammed’dir, daha peygamber olmadan Hatice’nin develerini, Hatice çok zengin idi, Şam’a ve Yemen’e sürüyordu; Hatice çok büyük tüccardır, globalizmden hoşnut oldu ve Muhammed’in kendisine koca olduğunu biliyoruz. Bunlar bilgisizdirler.
Cahiller meydanı
Globalizm, bu ülkeye, akepe’den çok önce geldi, 24 Ocak 1980 Kararları var, Turgut Özal, Kemal Derviş globalisttirler. Bu “zafer”, halkın mülkünü zenginlere peşkeş çekmek ve çocuklarına, torunlarına ödeyemeyecekleri dış borç bırakmaktır. Peki, bu kadar mı, hayır, Z.Ö. asıl başka bir yerde cahiliyenin zirvesindedir. Harika, bu Erdoğan mı yapmış, “ılımlı populizm ile islamda var olan dayanışma ilkesini birleştirmiş”, en superposant un “populisme controlé” au principe de la solidarité musulmane, işte yaptığı budur. Büyük iş, haberimiz oldu ve peki ben ne diyebilirim, Z.Ö. müthiş saçmalamaktadır. Peki bilgisiz mi, meydanı boş bulmuşa benziyor ve kısa derse ihtiyacı var.
Zengin dini: İslam
Bir, islamda dayanışmanın hiçbir türü yoktur ve sadece zenginler için bir dindir, diyoruz. Bunlar mı, okurlarsa Weber’i sadece başkalarının kitaplarından okuyorlar ve biliyorlarsa, o kadar biliyorlar. Weber, hadislere dayanarak islamın bir zengin dini olduğunu gösteriyor, Hazreti Peygamber, ilaveten, zenginlere zenginliklerini göstermelerini buyuruyor. Yoksul çocuğu Tayyip Erdoğan’ın pahalı kravat sergilemesi, benim bakanım, benim kurmayım demesi, sarayları sevmesi, islamdan geliyor, artık öğretmek durumundayız. Peygamber, sakal kokularının çok güzel ve traşının hoş olması için ısrarcıdır. Öyleyse, iktisattaki gösteriş tüketimi teorisi, asıl müslümanlar için getirilmiştir. Devam ediyoruz.
Akepe’nin işçi-köylü nefreti
İki, popülizmin ılımlısı olmaz, kontrollüsü yoktur ve halkçı bir müslüman hiçbir yerde göremiyoruz. Akepe, işçiden ve köylüden nefret edenlerin partisidir ve derdini anlatmak isteyen köylüye, “ananı da al git” sözünden hiç rahatsız olmazlar. Bununla müslümanlık arasında bir çelişki bulmuyorlar. Biliyoruz.
Üç, peki “avm” nedir, bakkalı, esnafı, işinden etmektir ve akepe, bir “avm” hastasıdır. O kadar öyle ki, bir de Gezi’ye kondurmak için yanmaktadır; halbuki avm’ler, böylesi merkezlere kondurulmamaktadır; bugün ders günümüz, duramıyorum. Devam ediyorum.
TİT teorisi
Cahiliye Devri’nden kalma bu Z.Ö., benim “TİT” teorimden haberdar mı, tekstil ve inşaat ve turizm, bir ülkeyi batırmak, halkı ahlaksızlaştırmak, devleti devlet olmaktan çıkarmanın yoludur. 1960, Planlama günlerimizden beri bunu savunuyoruz; vergi kaçakçılığı, çocuk işçiliği, sendikasız çalışma ve fahişeleri çoğaltma, hepsi TİT’te çıkıyor ve akepe, TİT’cidir. Bu Z.Ö. için en kısa derstir. Akepe “TİT” dışında bir iktisat bilmemektedir.
İthal ahmaklar
Öyle anlaşılıyor, D.Y. Hanım, Frankofon, Fransa’da doktora yapıyor ve çok hoş, Birinci Beş Yıllık Plan’a özenmiştik, güzel yazmıştık. Bir süre sonra, Plan’ın parça parça doktora tezi olarak geri geldiğini gördük, doktor oluyorlar ve bizde çalışmak üzere tezlerini veriyorlar, kendi yazdıklarımızı okumaya başladık. D.Y. Hanım’ın, söylediklerinin hepsi bayat, ama herhalde Paris’te “anlat anlat heyecanlı oluyor” demişler. “Anadolu Burjuvazisi” lafından biz bıktık, Erbakan’dan beri var, bizde artık dépassé oldu; bunlar mühimmiş, bunlar da, emek, aile, din, travail, familie, religion var imiş, işte bu yüzden başarıdan başarıya koşmuşlar. Bunlar ahmaklar için bulunmuş laflardır. Paris’te çok aptal görmüştüm, hatırlıyorum.
Peki D.Y. Hanım, Vehbi Koç’ta iş, aile ve din yok muydu; üstelik bir de yurt yapmıştı ve yeni öğrendim, Mehmet Ali Birand hasta olmuş, tedavisiyle daha ilgilenmişti. Sakıp Bey, adına bir de “Ağa” ekledi, ben lisedeyken Türkçesini biliyorum, Soğukoluk’ta poker oynardık, sonra dilini de köylüceye çevirdi. Güzel, herhalde bu masalları yazarak Paris’ten doktor oluyorlar.
Doktoralı cahiller
Tekrar ediyorum, ben Paris’te iken 16 bin doktora sahibi şoför olduğunu duyuyorduk. Ayrıca Ahmet İnsel’in orada öğretim üyesi ve hatta Paris’te dekan olduğu dahi söyleniyordu. Sonra geldi buraya ve bu sözleri dizdi, bol ölçüde Cumhuriyet düşmanlığı yaptı ve artık demode olmuştur. Artık bu sözler demodedir, Londra artık akepe dendiğinde Hitler’den ve mahkemelerden söz etmektedir. D.Y. geç kalmıştır, üzülüyorum. Şoförlüğü değil bir ana okulunu salık veriyorum.
Kapitalizmin çocukluk hali
Şimdi şu, özetliyorum, Weber’in yakın arkadaşı Sombart, “The Jews and Modern Capitalism” kitabını yazdı, “kapitalizm” sözcüğü Sombart’a aittir ve bu çalışmada kapitalizmin esası da çizilmektedir. Yahudiliğin ve dağılmışlıklarının kapitalistliğe elverişli olduğunu öğreniyoruz. Ancak “Yahudi kapitalizmi” demiyoruz. Bilgisizliktir ve çok saçma buluyorum.
Sombart’ta ipuçları var, merkantilizm, kapitalizmin çocukluk halidir. Güzel şimdi buna şunu ekliyoruz, merkantilist ağı, İberik yarımadasından saçılan conversolar “diaspora” diyoruz, kurdular. Birbirini tanıyorlar ve aynı dili kullandılar. Tekrarlamış oluyorum.
Faşizmin temeli: İslam
Bunu 1975 ve 1976 yıllarında Cumhuriyet’te yazdım, faşizm geliyor ve temeli islamdır. Ve bugünkü iktidarı kuran, 12 Eylül Darbesi ve Kenan Evren’dir; yobazizmin temellerini attılar; akepe’yi aradılar. Akepe’nin oluşumunda Erdoğan’ın ve Gül’ün, diğerlerinin zerre kadar katkısı yoktur, kurdular ve yaşattılar. Yobazizme ihtiyaç vardı, emekçileri sürüleştirmek istiyorlardı, din yoludur, grev yok ve sendika yok; destekleyen yüksek komutanlık ve destekleyen cehepe var.
Galiba gidiyorlar. Ama Kılıçdaroğlu perişan haldedir. Kendini öne atmaktadır. Gitmelerini istememektedir.
Kılıçdaroğlu’na dersler
En bilgisiz mi, işte bu Kılıçdaroğlu’dur, kimselere bırakmak istemiyor. Gezi’nin bir de saçılma etkisi oluyor, yobazizm hemen gerilemiştir ve çok doğaldır ve teorik beklentilere uygun düşüyor. Kılıçdaroğlu hemen kendini fırlatıyor, “en büyük devrimci Hz. Muhammed”, yine atıyor. Ne bilir, darbe’den başka dili yok, kaç kitap okumuş, hiçbir peygamberi bilmediği kesindir. Bırakıyorum.
Cehalet kol geziyor
İslamiyet bilimi geliştirmiş ve “geliştirilen bilim Ortaçağ’ın Rönesansına kaynaklık etmiştir”, artık saçmalarken kendine sınır tanımamaktadır. İnanılmaz, “Ortaçağ’ın Rönesansı” diyor, aşırı bilgisiz, Rönesans Ortaçağ’ın sonudur. 1453, İstanbul’un Fethi, başka kabuller de var, bir, Ortaçağ’ın sonu ve iki, Rönesans’ın başı sayılıyor. Hiç sıkılmıyor ve “Ne Yapmalı” bilemiyorum.
Yanlış olamaz mı, baktım, Fikret Bila’ya en son yemek saçmış; Fikret Bila da aynı şekilde haber ediyor. Bila, benim doktora öğrencim idi, çok beğenirdim, gazeteci olmaktan çıkmış ve hamlamış, daha büyük saçmalar var, düzeltmiyor. Artık üzülemiyorum.
Ortaçağ & Cumhuriyet
Ortaçağ mı, a, bellek silinmesidir ve b, sadece ticarettir. Bu ise şu demektir, Ortaçağ geldi, Antik Dönem, Aristo ve Eflatun, bütün Yunan Medeniyeti unutuldu, bir tek bilen kalmadı ve kimse bilmiyordu. Ortaçağ budur, bu arada not ediyorum, Cumhuriyet’e saldırı bir Ortaçağ işidir, silmek istiyorlar.
Rönesans’ın izinde
Ancak benim çok sevdiğim ve çok mazlum bir kavim var, Süryani, bilgin bir halktır, Mardin ve Urfa çevrelerinde yaşıyorlardı, aralarında Yunaniler çoktur. Ve Süryaniler, Aristo’yu, Eflatun’u, Yunanca’dan Süryani diline çevirdiler, kendi hallerinde okuyorlar ve sonrada öğreniyoruz, Süryani’den de Arabça’ya aktarmışlar, yıllar ve yüzyıllar, bozula bozula Araplar’da kalmışlar.
İki Arap var, birisi İbni Rüşt, İspanya’da doğup büyümüş ve büyük bir filozof olmuştur. Diğeri İbni Sina, bir tıp bilgini ve filozoftur ve Arabi yazıyorlar. Ve Haçlı olarak Ortadoğu’ya gelen Avrupalılar işte bu kitapları buluyorlar. Aristo ve Eflatun ile tanışmaları işte bu yolladır.
Bir Rönesans dersi
Avrupa Rönesans’a, İbni Rüşt’ü, Averroes ve İbni Sina, Avicenna diyorlar, okuyarak geliyorlar. Bir, Araplar’ın buna hiçbir katkısı yoktur ve Araplar güzel bir kavim olmakla, Rönesans’ın doğuşunu hazırladıkları bir masal dahi değildir. İki, Avrupalılar, sonradan Aristo ve Eflatun ile diğerlerinin aslını buldular; İbni Rüşt ve İbni Sina’yı unuttular. Bende, Koğuş’ta varolan eski bir Larousse, Averroes için “commentator d’Aristo” demektedir, bir Aristo yorumcusudur. Bitiriyorum. Bugün ders ve utanma günüdür.
Kılıçdaroğlu’nu ne yapmalı
Cehepeliler’e bir tavsiyem var, ama yalnız bırakmayın, elçilik resepsiyonlarında ağzını museler edin, bağlayın, aman ağzını hiç açmamalıdır. Bir kez bu büyük icadını anlatır, çok gülerler, rezil olmak var. İki, arkasından “amma cahil” derler. Peki yanlış mı, ama ayıp oluyor. Aman, en kibar sözcükle, ağzını kilitleyin lütfen, ricamdır. Cehepe’yi düşünüyorum.
CHP’de bir Erdoğan
Sonra, a, bir bilene sorun, lütfen. b, Eğer yazdıklarım yanlışsa, beni mahkemeye verin, lütfen. c, Doğruysa, bu adamı atın ve derhal atın. d, Atmak istiyor ve atamıyorsanız, bana haber verin, tabii, Tayyip Erdoğan’a duyurmayın, izin vereceğini sanmıyorum. Çünkü Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun omuzlarında var olmaktadır. Cehepe değil ama cehepe’de Kılıçdaroğlu’na Erdoğan muhtaçtır.
Odatv