Dondurma yasağının ‘hukuki’ gerekçesi...


Baskıcı rejimlerde kitap yasaklandığını gördük... Hatta basılmamış kitap bile yasaklandı!

Operasyonlardan sonra emniyet müdürlüklerinde yapılan basın toplantılarında daktiloların, bilgisayarların, cep telefonlarının, boş A-4 kağıtlarının “örgütsel ekipman” olarak basına gösterildiğine tanıklık ettik...

Hele evinizde boya kutusu ve birkaç metre de Amerikan bezi bulunduysa; bu, ayvayı yediğinizin resmi demekti...

Ama bugüne kadar, hiçbir yiyecek maddesinin hem de savcılık makamınca yasaklandığını görmemiş ve duymamıştık...

Sonunda bu da oldu:

“İleri demokrasimizde” bir adliye kantininde dondurma ve kuru pasta satışı yasaklandı.

***

Aslında demokrasimiz ne kadar “ileriyse”, o adliyemiz de o kadar “adliye...”

Çünkü cezaevi yerleşkesinin içinde!

Tahmin etmişsinizdir; Balyoz ve Ergenekon Davası’nın görüldüğü Silivri Cezaevi’nin içindeki duruşma salonundan söz ediyorum.

Cuma günü Balyoz Davası’nda duruşma vardı bu salonda...

Bazı izleyiciler, sanık sırasında oturan yakınlarının çok özlediğini düşünerek, mahkeme kantininden aldıkları 200 kadar dondurmayı ve bir iki kilo kuru pastayı sanık sıralarına atmış...

200 dondurmayı çok bulabilirsiniz ama unutmayın; sanık sayısı 250!

Gelin görün ki; duruşma salonunun güvenliğinden sorumlu jandarma personeli, eski komutanlarına yapılan bu jeste izin vermemiş...

O dondurmaları ya da pastaları atan seyircilere engel olmuş.

Tartışma büyüyence de devreye Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı girmiş ve tarihe geçecek kararını açıklamış:

“Kafeteryada dondurma ve kuru pasta satışı yasaktır!”

***

Eğer bu işgüzarlık tek başına jandarmanın başının altından çıksa, emin olun bunu yazı konusu bile yapmazdım.

Çünkü askerlikte bazı “saçma” kararların gerekçesi olmaz!

Örneğin; siz vatanı korumak için asker olursunuz ama komutanlarınız günde iki saat tuvalet nöbeti tutmanızı isterler... Bunun mantığını, nedenini falan da sorgulayamazsınız; öyle gelmiş, öyle gider.

Bunu da en iyi Balyoz’da yargılanan komutanlar bilir!

***

Ama bu yasak kararını veren, bir Başsavcı...

Yani; “hukuk adamı...”

Doğal olarak bu “karar”ın ardında mantıklı ve haklı bir neden aramak yanlış sayılmaz...

Tamam; sanıklara yiyecek verilmesi yasak ama... Sonuçta bu dondurmalar ve kuru pastalar evlerden getirilmiyor ki...

Oradaki kantinden alınıyor!

Yani “güvenli...”

İçlerine silah, örgütsel doküman veya bomba (!) yerleştirilmesi olanaksız!

İyi de o zaman neden “yasak?”

Adliye koridorunda sanık yakınlarının yemelerinde sakınca olmayan bu ürünler, sanık durumundakiler için neden sakıncalı?

***

Bazı sanık yakınları bu uygulamayı “baskı, zulüm, psikolojik işkence” olarak yorumluyor.

Umarım Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı, aldığı bu kararın, bizim bilmediğimiz ve hatta tahmin bile edemediğimiz “haklı gerekçesini” açıklar da dondurmanın ve kuru pastanın nasıl tehlikeli (!) bir suç aleti olduğunu anlarız...

Hem bu bizim işimize de gelir:

Çünkü bundan sonra, “Baba dondurmaaaa” diye tutturan çocuklarımızı reddederken hukuki bir gerekçeye sahip oluruz!

Gerçi onlar bu “gerekçeyi” asla yemezler ama...

Sonuçta yargı kararıdır, gerekirse devreye jandarmayı koyar, bir şekilde (!) ikna ederiz...

*****

Günün Sorusu

Genelkurmay Başkanlığı, acaba bugün kimi kınayacak?

*****

Her şeyin sahte olduğu ülkede, süt de sahte çıktı!

CHP İzmir Milletvekili Dr. Aytun Çıray, okullardaki “süt zehirlenmesi”yle ilgili önemli bir iddiada bulundu:

“Dağıtılan o şey, gerçek süt değil! Peynir altı suyundan ve süt tozundan yapılan yapay süt... Binlerce çocuk bu nedenle alerjik protein zehirlenmesi yaşadı. Peynir altı suyundan üretilen bu yapay süt, normal sütlere göre daha fazla süt proteini içerir... Öğrenciler bu nedenle alerjik protein zehirlenmesi yaşadı...”

***

Bu açıklamayı dünkü gazetelerde okuduğunuzda şaşırdınız mı?

Doğrusu ben şaşırmadım!

Çünkü bu ülkede hiçbir şey “gerçek” değil ki, süt gerçek olsun!

Dana sucuğu, at eti çıkıyor.

Salam, Allah’a havale...

Kaşar peynirine sağlığa zararlı palm yağı katılıyor.

Yoğurtta ne olduğu bile belli değil; aylarca dolapta kalıyor, ne küfleniyor, ne de bir kaşık olsun su bırakıyor.

Kırmızı toz biber diye, yıllarca kiremit tozunu kakalayan alçakları gördük bu ülkede!

Şekerin hangisine güveneceğimizi çoktan şaşırdık.

Sıvı yağ deseniz başka mesele: Sızma zeytinyağı diye aldığımız ve avuç dolusu para ödediğimiz “şey”, başlı başına zehir çıkıyor!

Domates hormonlu, sivri biber hilkat garibesi!

Çilekler patates boyutunda, patateslerin hepsi hamile!

Sarımsak bile eskisi gibi kokmuyor.

Yani bizde “bozuk” olan gıda ürünleri değil yalnızca; geçenlerde de yazdım, asıl bozuk olan düzenin ta kendisi!

***

Sadece gıdada mı “sahtecilik” yapılıyor?

Sahte markalara, sahte sigaralara, sahte viskilere ne demeli peki?

Sınav sistemimizde bile sahtekârlık yapan kazanıyor!

Seçimlerde sahte oy kullanılan, iktidar partisinin bazı il merkezlerinde toplu halde sahte üye yapıldığı ortaya çıkan bir ülkeden söz ediyoruz.

Elbette bu sahtelikten çocuklarımız da paylarını alacaktı, aldı...

Peki; acaba günün birinde kurtulur muyuz bu sahtelikten?

Kurtulsak bile inanmayız ki...

Çünkü “gerçekleri” unutalı yıllar oldu!


Mustafa Mutlu
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)