Azınlıklar için Sevr tarifesi!

Çıkardığı yasayla azınlık vakıflarının önünü açan AKP, mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesini de ortadan kaldırdı. AKP iktidarı, Vakıflar Yasası’nda değişiklik yaparak azınlık cemaat ve vakıflarına Türkiye’de her türlü faaliyetin önünü açtı. Bununla da kalmayıp, Büyükada’da üzerinde virane haldeki ahşap binanın bulunduğu arazi başta olmak üzere kıymetli arazileri cemaat ve vakıflarına iade etti. Son olarak da 8 Haziran 2011 Tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak, yürürlüğe giren Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile havra, kilise, sinagog, cemaat ve azınlık vakıflarının 1936 Beyannamesi’nde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli bütün malların iadesini kararlaştırdı. Oysa, 1936 Beyannamesi cemaat ve vakıfların kullandıkları gayrimenkullerin, onların adına tescil edilmesi için çıkartıldı. “Neyiniz varsa beyan edin tapu sicillerine işleyelim” denildi. Ancak, bu KHK’dan bazı gayrimenkullerin cemaatler adına tescil edilmeyip, el konulup, kamu kuruluşları adına tescil edildiği anlaşılıyor. Bunun nedeni ise cemaatlerin bu malları usulüne uygun edindiklerini beyan edemedikleri olduğu anlaşıldı. 1936 Beyannamesi’nin dayanağı ise 5 Haziran 1935 Tarihli 2762 sayılı Vakıflar Yasası.

Beyan edemediler
2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 44. maddesine göre azınlık vakfıları, beyan ettikleri malları 1935 tarihinden geriye yönelik 15 yıl kullandıklarını ispatlamaları gerekiyordu. Yani 5 Haziran 1920’den önce. Ama cemaat vakıfları bahse konu bu malların bu tarihten önce kendileri tarafından kullanıldıklarını açıklayamadığı gibi kişiler üstüne tescil etmek gibi hileli yolları denediler. Başarılı olamayınca bu mallar yasa gereği kamu adına tescil edildi. 5 Haziran 1920 tarihi tesadüfen belirlenmedi. İstanbul, İngilizler tarafından 16 Mart 1920’de işgal edildi. Sevr Antlaşması ise 10 Ağustos 1920’de imzalandı. Dolayısıyla 1935 yılının Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, Sevr Antlaşması koşullarında cemaatler tarafından elde edilen gayrimenkulleri tescil etmek istemedi. Çünkü, işgal koşullarında azınlıklar, özellikle İstanbul’da birçok gayrimenkulü usulsüz olarak elde etti. Bunların arasında Mondros Mütarekesi sonrasında İngilizlerden aldıkları bugünkü Heybeliada Deniz Lisesi de vardı.
Emekli Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, 5 Haziran 1935 Tarihli 2762 sayılı Vakıflar Yasası’nın, Atatürk’ün Müslüman ve Hıristiyan şer-i hükümleri taşıyan vakıfları tasfiye etmeyi amaçlayarak çıkarttığı bir ’Tasfiye Kanunu’olduğunu belirterek şöyle dedi: “Ülkeyi çağdaş değerlerle donatarak, ’Muasır medeniyetler seviyesine çıkararak’sorunu çözmek amaçlanmıştı. Cumhuriyet hukuku, ’yurttaşlık’esasına göre oturtulmuş ve yurttaşlar arasında din ve ırk ayrımı yapmayı kesinlikle reddetmek üzerine kurulmuştu. Hukuksal kurum ve yapılar, bu ilkelere göre düzenlenmiş, belli bir ırk, cemaat mensuplarını esas alan, din ve etnik ayrımcılık güden dernek, vakıf, parti gibi örgütlenmelere izin verilmemişti. Eski hukuk sistemine göre olanlar tasfiye edilerek çağdaş hukuk düzenine uymaları yoluna gidilmişti.”

Amaçları dışında
Özkaya, 2762 sayılı yasanın en önemli maddesi ise; vakıfların amaçları dışında uğraş alanlarına girmemeleri, bu durumda çalışmalar yapanların tasfiye edilmesi olduğunu kaydderek şöyle devam etti: “Bu nedenle 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 44. maddesiyle amaçları dışına çıkanların ayıklanması ana ilke olarak kabul ediliyordu. Bu maddeye göre: Bu kanunun neşri tarihinden en az 15 yıl öncesinden vakıf olarak tasarruf edildikleri, vergi kayıtları icar kontratları ve şahısların gayrimenkul tasarruflarına dair olan 1912 tarihli kanunun neşrinden sonra tapuya verilmiş defterler ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o suretle vakıf kütüğüne kayıt olunurlar. Bu kayıt vakıflar idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayrimenkullerin kayıtlarına işaret ve keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan tarihinden itibaren iki yıl içinde dava yolu ile mazeretsiz olarak itiraz edilmediği takdirde o malların vakıf olarak kati tescilleri yapılır ve tapuları verilir.”

Bütün gayrimenkulleri geri aldılar
Tapu Kadastro eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, 1935 yılından geriye doğru gidildiğinde 1920’li yılların başlangıç olarak ele alınmakta ve bu tarihten 1935 yılına kadar kesintisiz vakıf mallarının aralıksız ve ara vermeksizin kullanılması koşulu aranmakta olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “1936 Beyannamesi bu nedenle önemliydi. Azınlık vakıfları bu koşulu yerine getirebilecek durumda değillerdi. Zira onlar, 30 Eylül 1918 günü Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından 13 gün sonra 13 Ekim’de başta İngiliz Donanması olmak üzere Fransız, İtalyan ve Yunanistan gemilerinin Dolmabahçe açıklarına demirlemesi, 16 Nisan 1920 günü İstanbul’un işgal edilmesi ve 10 Ağustos 1920 günü imzalanan Sevr Antlaşması’nın yürürlüğe girmesi, yabancı azınlıkları büyük bir şımarıklığa sevk etti. Ellerinden giden Kilise, Manastır, Sinagog mezarlık gibi gayrimenkulleri işgal ederek geri aldılar. Bu tarihten sonra bu alanlar, dini kurumlar olmaktan çıkıp Rumların Megalo İdea’larının hayata geçirilmesi ve Yunan işgalinin başarıya ulaşması amacıyla örgütlenmelerin merkezi oldu. Bütün bu durumlar gayet açık olduğu için Atatürk, 2762 sayılı Yasa’da 44. madde koşulunu vazgeçilmez olarak ele aldı. Bu nedenle 1936 Beyannamesi’nde bu koşulu yerine getirememişler ve söz konusu gayrimenkuller ve mezarlıklar Maliye Hazinesi adına tapu siciline tescil edilerek devlete geçmiştir.

Daha önce defalarca uyarmıştık
Azınlık mallarının iadesiyle ilgili olarak YENİÇAĞ, defalarca uyarıda bulunmuştu. Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal, “AKP iktidarının azınlık malları kararnamesi ile Rumlar, Şükrü Saraçoğlu Stadı’nı bile talep edebilir” demişti. Altındal, Başbakan Erdoğan’ın azınlık mallarını iade etmesinden en büyük zararı Fenerbahçe’nin göreceğini iddia etmişti Azınlıklara iade edilecek arazilarin en önemli bölümünün Rumlara ait olduğuna dikkat çeken Altındal, “Buralara yapılacak olan inşaatlar, buralardan gelecek paralar hatta Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nın yeri bile tartışma konusudur. Fenerbahçe’nin stadı Papazın Çayırı diye bilinen yerdi. Orasının bile iadesi gündeme gelebilecek” diye konuşmuştu. Daha önce de bu konuda uyarılarda bulunan Altındal, Fener Kilisesi’ne devredilen Büyükada’daki Rum Yetimhanesi’ni ’Truva Atı’na benzeterek, bazı önemli taşınmazların, kötü niyetli çevrelerin eline geçebileceğini söylemişti. Altındal, kararnameyle Rumların, İstanbul’da Kurtuluş, Feriköy ve Boğaziçi’nde hiç ilgileri olmayan çok değerli taşınmazları da isteyebileceklerini ifade etmişti.

Yeniçağ
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)