Bir Cezaevi Mektubu

SEVGİLİ okuyucularım, Rize Cezaevi’nde yatmakta olan tanımadığım bir mahkumdan ilginç bir mektup aldım. Onun ismini vermiyorum. Geçenlerde Van’dan İstanbul’a en ilkel koşullarda gönderilirken cezaevi nakil aracında beş mahkum cayır cayır yanarak can vermiş, cesetleri kömür olmuştu.

Özetlediğim bu mektup, bu araçlarla yapılan sevkleri bire bir yaşayan birinden geliyor. Özellikle yetkililerin dikkate almasını dilerim.

“Kıymetli ve saygıdeğer Emin abi… Birkaç gündür hapishaneler ve mahkumlarla ilgili, Van’dan İstanbul’a giden ring aracının (tutuklu ve hükümlü nakil aracı) yanmasıyla feci halde can veren mahkum arkadaşlarımız hakkındaki yazılarınızı takip ettim.

Bu çerçevede kimsenin bilemeyeceği bazı konularda bilgin olması maksadı ile birkaç satır karalama ihtiyacı duydum sana.

Benim iki üç tane İstanbul ve Trabzon’da olmak üzere çete ve cinayet maddelerinden davam mevcut. Asıl F tipi ve İstanbul mahkumu olmama rağmen uzun süre Tekirdağ Cezaevi’nde kaldım. İki üç yıl önce buradan Trabzon’daki davama katıldım ve yargılama adına Rize’ye nakledildim.

17 Eylül günü köşenizdeki yazınızda şu cümleleri kurmuşsunuz: ‘Yanan cezaevi aracında ölen beş mahkum belki katil terörist, hırsız, belki de uyuşturucu kaçakçısı. Ama onlar insan.’

Ölen arkadaşlarımızın insan olduğu konusunda hiç şüphe yok…

Peki ama biz kime göre suçluyuz? Varsayalım ben uyuşturucu kaçakçılığı yaparken yakalandım, suçlu olup hapse girdim. Veya hırsızlıktan girdim.

Peki ama dokunulmazlık zırhına bürünüp kendilerini Tanrı sananlar, milleti soyanlar…

Biz yapınca, illegal olduğumuz için suç. Sonumuz hapishane. Onlar yapınca legal. Onlar suçsuz, günahsız, yandaş. Onlarda suç yok ve hepsi dışarıda.

Şimdi söyle abi kim suçlu, nasıl suçlu? Kanunlar bizi suçlu gösterse de, ben bunu asla kabul etmiyorum. En fazla bu güruh kadar, yandaş yalakalar kadar suçluyuz. Onlar her şeyi yapacak, elit zümre olarak kalacak!

Biz yapınca ise cani, katil, gaspçı. çeteci olacağız. Yok böyle bir şey abi, vallahi de yok, billahi de yok.

***

Velhasıl Emin abi, yukarıdaki kısımda yazdığım gibi dört beş yıl Tekirdağ Cezaevi’nde kaldım. Bu süre zarfında hem İstanbul, hem de Trabzon’da davalarım devam ediyordu. Yani Tekirdağ’dan hem İstanbul ve hem de Trabzon’a duruşmalarıma katılmak için şu yanan cezaevi aracı ile gidip geliyordum.

Kısa süre öncesine kadar Rize’den de İstanbul’a gidip geliyordum mahkemelerime katılmak için.

Tam dört yıl boyunca bu durum devam etti.

Emin abi, bu araçların içine emin ol sığırı bağlasan durmaz. Sıkıntıdan ve stresten ölür.

O ekranlarda ahkam kesenler var ya, bu araçların koltuklarında 10 dakika oturamaz, 10 kilometre yol gidemez.

Ne koltuklarında oturulur, ne de fare deliği kadar camdan dışarı bakılır.

Mahkumların olduğu kabin daima kamera tarafından izlenmekte. Elleriniz daima kelepçeli. Tuvalete giderken, hatta hacet görürken (büyük abdest yaparken) bile otururken uzanabilirden uzanırsın.

Yemek yerken bile eller daima kelepçeli. (Araçtaki) Pis koku, havasızlık da cabası.

Komutan ön tarafta, askerler arkada mahkumların bulunduğu kabinlerin yanında.

Mahkumların bulunduğu demir kabinin iki kilidi var. Bir tanesi fabrika çıkışlı, orijinal. Normal kapı anahtarlı kilit, içeriden açılması mümkün değil, ikincisi ise sonradan yönetimler tarafından takılmış olan kalın asma kilit.

Bu kilitlerin içeriden, mahkumlar tarafından açılması mümkün değil.

Her iki kilidin anahtarları, sevk aracının önünde oturmakta olan komutanda durur. Bırak mahkumlarda konuşmayı, askerlerin bu kapıya yaklaşması bile yasaktır.

Neden biliyor musun? Mahkumla konuşursan, çetecilere yardım ediyorsun dedikodusu çıkar ve herkes korkar.

***

Şimdi abi,size biraz da canlı şahidi ben olduğum sevk durumlarını anlatmak isterim. Bunları, son sekiz yılda yaşadıklarımı yazıyorum.

Tekirdağ’dan Trabzon’daki mahkemeye direkt olarak gelmeniz imkansız. Cezaevi aracının iki bölmesi var. Bunlarda 12 kişilik koltuklar mahkumlarla dolu halde.

İl il, hapishane hapishane gezilerek günlerce yol gidiliyor, inan bana, o halimizi insanlar görse, bunu hayvanlara reva görmezler. Son yıllarda yaşadığım bir iki örneği yazayım sana.

Yıl 2006-2007. Tekirdağ’dan Trabzon’a mahkemeye geliyorum. Mevsim kış. İlk etapta araçta altı kişiyiz. Kimimiz başka hapishanelere sevke, kimimiz de ayrı ayrı vilayetlerdeki davalarımıza katılmaya gidiyoruz. Yola altı kişi çıktık, çeşitli yerlere uğrayıp başka mahkumları alarak yine fulledik ve 12 kişi olduk.

Uğradığımız illeri, kaldığımız hapishaneleri, yollarda geçen süreyi de yazayım bari.

Bolu, Çorum, Gümüşhane, Sivas, Erzurum, Tokat, Van, Iğdır, Kars, Samsun, Trabzon.

Kaldığımız hapishaneler Bolu, Çorum, Amasya, Gümüşhane, Erzurum, Iğdır, Sarıkamış, Van.

Tekirdağ’dan çıkıp bu illeri gezip hapishanelerde kalarak, üstelik duruşmama yetişemeyip yeniden Tekirdağ’a döndüğüm süre tam 12 gün.

Bu şartlarda duruşma için onca yolu gidemem diyemezsin. İstersen gitme!

Ve yıl 2010-2011. Rize’den Tekirdağ ve İstanbul’a duruşmaya gidiyorum. Yine aynı araç ve ful mahkumlarla uğradığımız iller Ordu, Samsun, Bolu, Ankara, Kırıkkale, Konya, İzmir, Balıkesir. Çanakkale ve Tekirdağ.

Kaldığımız hapishaneler Konya, İzmir, Çanakkale, Bolu,İzmit, Samsun.

Kaldığımız hapishanelerin durumunu soracak olursan, ben bir şey yazmayayım!

Daha ne diyeyim Emin abi, geçenlerde (Van’dan İstanbul’a gönderilirken cezaevi nakil aracında) cayır cayır yanarak ölen beş mahkum arkadaşın durumunu bu minval üzerinde değerlendir.

Bu işin soruşturması sonrasında ceza yine komutana ve garibim askerlere kesilecek. Ölenler de öldükleriyle kalacak. Sanırım uçakla gönderilmeyi istemişler ama olmamış…”

* * *

Mektubun sonraki bölümlerinde ilginç bir iddiayı gündeme getiriyor:

“Buralarda bizim yasal haklarımızı aramamız ve kanunlardan yararlanmamız zorun da zoru. İnan ki abi, Silivri ve Hasdal’da yatan mahkumlar şikayet etmelerine rağmen, yasal haklardan ve kanunlardan en çok yararlanan kimseler. Onların arayanı soranı olmasa, bırak yakınlarının cenazelerine katılma iznini, avluya çıkıp nefes almalarına bile izin vermezler. Yani onların rahatı bizelere göre çok iyi.

Bilmediğiniz, görmediğiniz, duymadığınız daha neler var. Bunlar binde biri, buzdağının görünen tarafı…

İnsanlar burada beş altı yılı geride bırakınca konuşma, düşünme ve yazma özürlü oluyor. Mektubumda düşük kelime olmuşsa, sürçü lisan etmişsem affına sığınıyorum, kusuruma bakma.

Bütün Sözcü ailesine sonsuz selam ve saygılarımı gönderiyorum. Samimi Atatürk milliyetçisi vatansever aydınların önünde saygı ve hürmetle eğiliyorum. Kendinize çok iyi bakınız, hoscakalınız. Allah’a emanet olunuz.“

Evet, ilginç bulduğum bu mektubu yazanın ismini vermeden sizlere ilettim. Bu mektubu halen cezaevlerinde çile çeken, binbir sıkıntı içinde, yaşayan, onların da bizler gibi “İnsan” olduğunu unuttuğumuz yaklaşık 130 bin mahkum adına gönderilmiş olarak değerlendirin.

Onlar korku içinde, sesleri soluklan çıkmıyor. Çıksa bile duyan olmuyor. Pek çoğu yasal haklarını bilmiyor, bilseler bile arayıp kullanmaları mümkün değil.

Klasik deyimle Allah kurtarsın.Allah sabır versin!

Emin Çölaşan
SÖZCÜ

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)