Nereden nerelere!..

Hayrettin


Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında ve ülkeyi kurtarmak ve sonra da “çağdaş uygarlık” düzeyine çıkarmak için, epik yürüyüşüne başladığında “umumi vaziyet” öyle idi, şimdi ise işte böyle! Eseri, ilelebet yaşayacağını umduğu Cumhuriyet, devrimleri, belli bir plana göre sistematik olarak yıkılmakta! Gerçi Ordunun cephanesi alınmamış ve tüm kaleler henüz zaptedilmemiş ama komutanları “içeride”. Halkın, ordusuna güveni en pespaye dedikodu ve iddialarla, fuhuş ve casusluğa bulaştırılarak en aşağı seviyeye düşürülmüş. TSK olası bir savaşın eşiğinde ve eşkıya ile mücadele ederken hâlâ dik durabiliyorsa, bu bir “Türk mucizesidir”. Ordumuza bu yapılanları düşmanlarımız başaramamışlardı…

***

Ordumuz üzerindeki planlı tatbikatın son safhaları, İmam Hatip Okulları mezunları ve cemaat okulları mezunları askeri okullara kabul edilecekler. Ve eşleri başörtülü olanlar da Harp Akademileri’ne girecek ve kurmay subay olacaklar. Bu husustaki yasal düzenleme Meclis’te kabul edilirken Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz “Şimdi bir kimseyi her hangi bir sebeple düğünün misafirlerini kapıda tutmak güzel bir görüntü olur mu” buyurmuş!.. Mesele o kadar basit bir protokol meselesi değil Sayın Bakan. Atatürk devrimlerinin öncüsü Türk Ordusu’nun ruhu ve gelenekleri söz konusu…
Mustafa Kemal şapka devrimini yaparken kadınların kıyafetlerine, baş örtülerine karışmamış “Onlar ne yapacaklarını bilirler” demişti. Nitekim çoğu kadınlarımız da baş örtülerini kendiliğinden çözmüşlerdi. Başları “türbanla” yeniden kapanana kadar. Şimdi bu çözüm yoluna girmiş durum ordu ve subaylar için şimdiye kadar hiç mesele olmamışken neden ortaya çıkarıldı?
Kısacası kadınlarımz tabii kendi giyimlerinde serbesttirler ama Atatürk’ün Ordusu’nun protokolden öte ilericiliğin savunucusu olarak yerleşmiş olan kuralları vardı. İşte şimdi bunlar yok ediliyor!
28 Şubat ve o dönemin komutanları, aydınları tutuklanıyorlar ve yargılanıyorlar. Erdoğan’ın da şikayetçi olduğu Özel Yetkili Savcılar’ın son dalgasında eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz tutuklandı. Suçları o dönemde ordunun yasal görevi olan Cumhuriyeti korumak ve kollamak görevini yerine getirmek. Bunu yapmasalardı suçlu olurlardı. Erbakan’ın Başbakanlığı döneminde gerçek bir irtica tehlikesi vardı. Kadayıfın altı iyice kızarmıştı.
“TBMM Darbeleri ve Müdahaleleri Araştırma Komisyonu” o dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’yı dinledi.
Paşa gerçekleri erkekçe ve sertçe anlattı; “28 Şubat postmodern darbe değildir. Demokrasiye bir müdahale olmamıştır. Yasal süreç içerisinde bir olaydır. Bugün de olsa bu kararların altına imzamı atarım” dedi..
Böyle olunca bu gerçekler karşısında iktidar, Erdoğan neden bu kadar hırsla, “Özel Yetkili Mahkemeler” vasıtasıyla 28 Şubat davasını açtı ve sürdürüyor?.. Sebebi malum, irticayı önleyen Türk Ordusu’ndan intikam almak ve orduyu bundan sonra görev yapamayacak -kendi emellerine engel olamayacak- duruma getirmek!.

***

Kendisinin ve yardımcısı Arınç’ın çok sevdikleri Çorum’a anıtını dikecekleri bir İskilipli Atıf Hoca vardır. Kurtuluş Savaşı esnasında Yunanlılarla işbirliği yapan ve devrime karşı fetvalar çıkaran bu hocaefendiye İstiklal Mahkemesi hak ettiği cezayı vermiş, idam etmişti. Bunu hiç affedemediler.
Bakın bu zat 1920’de savaş devam ederken ne demiş; “Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlûkat Ankara’dadır.” Ankara kelimesinin yerine şimdi TSK’yı koyun, değişen bir şey yok yani!
Türk Ordusu bu hallere düşürülürken Komutanlar nerede. Dört yüzünden altmış sekizi Silivri’de, Hasdal’da. Diğerleri, şimdiki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel neredeler ne yapıyorlar.
Özel, Kandil’e harekat için ABD’nin ikna edilmesini ve icazet vermesini bekliyor. Silah arkadaşlarının durumları hususunda suskun. MSB Bakanı İsmet Yılmaz, Özel hakkında “Ülke için inanmış gerçek bir komutan” demiş. Yani iktidarın gönlüne göre bir Genelkurmay Başkanı!.. Selefi Başbuğ içeride, o görevinde!

***

Şu sıra içimden Yemen Türküsü geçiyor. Sözlerini biraz değiştirdim; “Havada bulut yok bu ne dumandır. İçeri giren çıkamıyor, giden gelmiyor.. Kışlanın ardında redif sesi yok, acep nedendir!”
Ben galiba “hamamda türkü” söylüyorum. Fakat Mustafa Kemal’in 1927’de söyledikleri daha gerçekçi. Engin vizyonuyla “İstikbalde dahi…” diye bugünleri görmüştü…



Kaynak: http://www.kemalistler.org/nereden-nerelere.html/#ixzz1zAbWjE9r

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)