4 asker, 1 kaymakam, 12 öğretmen, 2 korucu, 8 işçiden sonra evinin önünden bir de uzman çavuşun kaçırıldığı söyleniyor. Ortada ne hükümet var ne muhalefet. Liboşlar, bölücüler zil takıp oynuyorlar.
Muhalefet lideri istediği kadar “Silahla çözüm olmaz” desin. Terörist Türkiye Cumhuriyetinin gözünün içine baka baka, elinde silah adam kaçırıyor… Adam öldürüyor. Karşı çıkan, karşı koyan yok… Analarımız ağlıyor…
Türkiye PKK’ya teslim olmuş durumda. TBMM de “Bölünme Anayasası”na teslim olmuş durumda.
Sanki ortalık günlük güneşlikmiş gibi, CHP ve MHP de AKP’nin yanında saf tutmuş, harıl harıl, şevkle, şehvetle “Yeni Anayasa” hazırlığı yapıyor.
İktidarı da, muhalefeti de, teröristi de birlik olmuş, terör karşısında halkı canından bezdirmeye, şiddete teslim olmaya zorluyorlar.
Ama Türk ulusu son sözünü söylemedi henüz. Bizim çapulculara verecek bir karış toprağımız yok.
Kimse bizi ne yılgınlığa, ne bezginliğe sevk edebilir. Çünkü bu topraklar, dövüşe dövüşe, çarpışa çarpışa şehit kanlarıyla alındı.
“Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır” dedik, canımızı ortaya koyduk.
Nice karakışlar gördük biz. Nice fırtınalar yaşadık.
Namık Kemal’lerle, Nazım’larla, Hasan Tahsin’lerle, Mustafa Kemal’lerle, Deniz’lerle yürüdük.
Namık Kemal’lerle Magosa zindanında yattık. Kurtuluş Savaşında paşalarla, valilerle Malta adasına sürgün edildik. Nazım’larla Sinop, Bursa cezaevinde çile doldurduk. Deniz’lerle darağacında can verdik.
12 Mart’larda, 12 Eylül’lerde İşkencelerden geçtik. Tırnaklarımızı söktüler. Filistin askılarında kollarımızı kopardılar.
Yine de davamızdan vazgeçmedik. Bir öldük, bin dirildik.
Direnmeleri, direnenleri gördükçe işkenceciler şaşırdı. Panikledi. Aptallaştı…
“Cellât uyandı yatağında bir gece / “Tanrım” dedi “Bu ne zor bilmece: / Öldürdükçe çoğalıyor adamlar / Ben tükenmekteyim öldürdükçe…” (Ataol Behramoğlu)
Gazetecileri, yazarları içeri attılar. Sokak ortalarında sırtından vurdular.
Uğur Mumcu olduk. Dedik ki onun sözcükleriyle:
“…Bir kalem susar, yerini bir başkası alır. Bu kalemler tükenmez. Ne kelepçeler ne demir kapılar, ne iddianameler ve ne de beş yıldan yirmi yıla uzanan hapis cezaları, bu kalemleri korkutamadı, bundan sonra da korkutamaz.
Kalemler vardır, sömürünün, vurgunun zırhıdır. Kalem vardır, gençlerin idam kementlerinden kırılır atılırlar… Kalemler vardır, yılmadan, usanmadan, eğilmeden, bükülmeden yazar…”
Yazdık… Yazdık… Yazdık…
Susturamadınız. Durduramadınız. Yok edemediniz.
Çünkü vatan sevmek bir sevdadır. Bir sanattır. Bir şiirdir. Bir ustalıktır.
Vatan satıcılığında ustalaşanlar bunu anlayamazlar… Hele hele vatanı bir kadın memesine satanlar bunu hiç anlayamazlar.
Ne diyordu Nazım:
“O duvar
o duvarınız,
vız gelir bize vız!
Bizim kuvvetimizdeki hız,
ne bir din adamının dumanlı vaadinden,
ne de bir hülyanın gönlü yakısındandır.
O yalnız
tarihin o durdurulmaz akışındandır…”
Henüz son sözümüzü söylemedik.
ABD’si de, AKP’si de PKK’sı da bunu asla aklından çıkarmasın. Bunu böyle bilsin.
BİZ KÜLLERİMİZDEN DOĞMASINI DA BİLİRİZ.
Biz ne karakışlar gördük. Ne fırtınalar yaşadık. Vız gelir bize sizin duvarlarınız, vız…
Tarihi durduramayacaksınız…
Ali Eralp
İLK KURŞUN