Feza Tiryaki yazdı:"Nutuk üzerine düşenceler"

Nutuk‘u anlama, Türkiye’yi tanımak, Türkiye’yi anlamaktır!
Yurdumuzun parçalanıp işgal edildiği günlerden başlayarak, Türk tarihinde bir dönüm noktası olan İstiklâl Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve inkılâpların (devrimlerin) yapılışını anlatan Nutuk, siyasî ve millî tarihimizin Atatürk tarafından yazılan, belgelerle anlatıldığı bir başucu kitabıdır.
Nutuk’ta 300 numaralanmış belge, yüz kadar da numaralanmamış belge vardır.
Dört yüze yakın belgeyle Ulusal Kurtuluşumuz’u (millî mücadeleyi), Lozan’ı, devrimleri anlatan bu eser, bir belgesel tarih anlatımıdır!
Nutuk, 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkışından, 1927 yılına kadar olan dönemi anlatan bir kaynaktır. Atatürk bu belgesel eseri, 1927 yılında, üç ay gibi kısa bir sürede yazmıştır. Belgeler asıllarından alınmıştır. Sonra bu eser, Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, 15 -20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan İkinci Kurultayı’nda 37 saatte okunmuştur. Okuma altı günde tamamlanmıştır.
Atatürk ve Cumhuriyet karşıtları , İkinci Cumhuriyetçiler, Şeriatçılar işlerine gelmediği için bu tarihi belge kitabına “Resmî Tarih” deyip eleştirmeye kalkışmışlardır. Peki o zaman, bu sekiz yıllık zamanı hadi gelin siz yazın denince ise yazamamışlardır. Çünkü, Nutuk’ta Atatürk’ün anlattığı her şey belgelidir. Bu dönemi başka türlü anlatmak bu yüzden mümkün değildir!
Okunuşunun 84. yılında, Atatürk karşıtlarının gündeme getirdikleri, “resmi olmayan, yani eski deyimle “Gayri Resmî Tarih” nedir? Günümüzden bir örnek verirsek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını ortadan kaldırmayı, Rum isteklerini desteklemeyi dile getiren, ses kayıtlı konuşma bir belgedir. Şimdi 30- 40 yıl sonra bu konuşmadan söz edilse bunun gayri resmîsi olur mu?
4 Nisan 2003 yılında, o zamanın dışişleri bakanının, gazeteci Fehmi Koru’ya açıkladığı, Amerikan dışişleri bakanıyla yaparak imzaladığı iki sayfa dokuz maddelik anlaşma da bir belgedir. Ermenistan’la dünya emperyalizminin temsilcileri ve Osmanlı’ya Sevr’i imzalatan bu devletlerin gözetiminde kotarılan ve imzalatılan “Ermenistan Protokolü” de bir belgedir. Bunun resmîsi, gayri resmîsi olur mu?

Mustafa Kemal Atatürk, tarihî olayları yalnızca belgelerle inceleyerek yazıya döken bir tarih yazarı değil, doğrudan doğruya o tarihi yaşayan, o tarihi yapan kişidir. Tarihe yön veren, tarihi kendi elleriyle oluşturan kişidir. Bu yönüyle Nutuk dünyada benzeri olmayan eşsiz bir eserdir…
Nutuk’ta, kendini milletine adamış bir dehânın, büyük bir komutanın, inkılâpçı bir liderin, ileri görüşlü bir devlet adamının, askerî ve siyasî tüm yönleri, Türkiye Cumhuriyeti’ne şekil veren düşünce ve görüşleri yer almaktadır. Nutuk’ta, Cumhuriyet’in bütün kuruluş aşamaları sırasıyla ama hep belgelerle açıklanmıştır.

Nutuk aynı zamanda, bir önderin tarihin akışını nasıl değiştirebileceğini, yokolmuş sayılan bir milletin nasıl ulusal ( millî) bir devlet kurabileceğini de gösteren, ibret alınacak bir destandır!
Nutuk , “Atatürk’ün Gençliğe Hitabı“ ile sona erer.
Nutuk‘u anlama, Türkiye’yi tanımak, Türkiye’yi anlamaktır!
Nutuk’ta yer alan belgeler Cumhurbaşkanlığı köşkünün arşivindeydi yakın zamana kadar. Sonra tadilât dolayısıyla arşivin altının üstüne geldiği gündeme gelmişti. Şu andaki durumu bilmiyoruz…
Nutuk, gelecek kuşaklar için bir yol göstericidir. Bugünlerde, sanki nutukta yazılanları yeniden yaşıyoruz.
O devirde batılılar yani şimdiki AB’yi oluşturan devletler, Osmanlı için:
“Yüzyıllar boyu süren yolsuzlukları, ahlâksızlıkları, çürümüşlükleri düzeltmek için Sevr’i yapıyoruz!“demişlerdi. Bu dediklerini belgelerler, yazıya da dökerler. Ama daha sonra nedense Cumhuriyet kuşağından bu sözler saklanır, pek anlatılmaz…
Çocuklarımıza ders kitaplarımızda, İstiklâl Harbi’nde (Kurtuluş savaşı) düşmanımız kimdi, hangi milletlerdi, biz kimlerle neden savaştık, bunlar bile anlatılmadı. Düşman deyip geçiştirildi. (Şimdilerde, bu düşman sözü, saldırgana denen gâvur sözü gibi sözler bile sakıncalı oldu.) Çocuklarımıza Cumhuriyet dönemindeki iç isyanlar, nedenleri, arkalarındaki devletler öğretilmedi. 1915’te Ermenilerin yaptıkları dile getirilmedi. Ermeni meselesindeki Rus- Fransız ayağı gösterilmedi. İngiliz’in bu işlerdeki rolü doğru dürüst açıklanmadı. Amerika’nın duruşu söylenmedi. Türkiye’nin tapusu Lozan’ı, Amerika’nın kabul etmediğini çoğumuz uzun yıllar bilmedik.
Ama nasıl bir tesadüftür ki. 2009 yılının Mayıs ayında AB parlamentosunda bir İngiliz milletvekili, Türkiyemiz için, “Türkiye’de devletin kademeleri artık çürümüştür!“diyor. Bu diplomaside söylenemeyecek bir sözdür ama o zaman buna cevap bile verilmemiştir.70 milyonluk bir ulusun devletine, „çürümüştür“ diye söz etmeye kimsenin hakkı yoktur, sadece hükümet eden AKP eleştirilebilir ama bunlar artık bu kadar cüretkâr olmuşlardır…
*
Atatürk Nutuk’ta, Kurtuluş Savaşı süresince ve daha sonra mücadele ettiği dernekler ve örgütlerden söz eder.
İstanbul’da Rumlar’ın kurduğu bir örgüt, sadece İzmir’in değil, bütün Ege’nin Rumlar’a verilmesi için çalışıyordu.
Ermeni dernekleri, doğudaki altı ilin Ermenilere verilmesini istiyor, bunun için çalışıyordu. Bugün o zamanın altı ilinde tam onbeş ilimiz var bizim.
Karadeniz’de Pontus Derneği, Trabzon’u merkez alan bir devlet kurmak istiyordu.
İngiliz Muhipler Derneği vardı bir de, Atatürk’ün uğraştığı. Bu dernek Vahdettin’in ve Damat Ferit’in varlığını korumak için kuruldu. İçişleri Bakanı Ali Kemal de kurucuları arasındadır.
Teal-i İslâm Cemiyeti var bir de. Bunların da düşüncesi ne kadarcık yerde devam edecekse o kadarına razı olarak, şeriat devleti olarak devam etmekti. Bu konuda da İngilizlerle işbirliğinden çekinmediler. Osmanlı son günlerinde yenilikler yapmış, bazı kanunlarını yenilemişti. Meselâ bunlardan biri, bir erkek dört eş alırsa ilk eşine soracak, eşi razı gelirse alabilecekti. Biri de, evlenme işi artık akitle olacak, kadının hakları böylece korunmuş olacaktı. Bu Kur’an şeriatının dışına az da olsa çıkmak demekti. Bu kadarcık yeniliğe bile karşı gelen bu Cemiyet, İngiliz işgal komutanlığına müracaat edip bu kanunun değişmesini, eski haline getirilmesini istemiş, istekleri de derhal kabul edilmişti…
Dinsel kuralların dünya yaşamında devam etmesini isteyen bir cemiyetti bu.
Bu cemiyetin günümüzde de parti olarak devam ettiği söyleniyor :
” Elhamdülillâh Müslümanım. Bizim referansımız islâmdır!” “Laik sistem bitmiştir. Laik sistem başarılı olamamıştır!” sözlerini mutlaka duymuşsunuzdur.
İşte ozaman Atatürk’ün mücadele ettiği, İngilizle işbirliği içinde milletini satan bu Cemiyet, sanki bu gün de yaşamaktadır.
Yasama, yürütme, yargı devletin en önemli kurumlarıdır. Yargı bağımsızlığı çağdaş bir devletin olmazsa olmazıdır.
2010 yılında yapılan ve kabul edilen “Anayasa halk oylamasıyla” yargımız bağımsızlığını yitirmiştir. Türk Yargısı didik didik edilmiştir.
Bağımsızlıkları kalmamıştır. İktidar aleyhine karar veren hakimlerin durumu ortadadır. Düzmece belgelerle, istenilen kişi artık tutuklanabilmektedir. İstenilen kişiler ise, Habur örneğinde gördüğümüz gibi sınır kapılarında kurdurulan seyyar mahkemelerde iki dakikada salıverilmiştir.
Bir de Kürt Tea-li Cemiyeti vardır o zaman, bu güne kadar da uzantıları gelmiştir. Kurtuluş Zamanı sırasında amaçları Güneydoğu’da “Kürt devleti “kurmaktır. O zamandan , 1983 yılına kadar ara verdikleri, unutmuş göründükleri bu isteği, bu gün de dışardan destek alarak, korunarak, masum insanları öldürerek gerçekleştirmeye çalışan PKK adlı örgütle 27 senedir yapmaya çalışmaktalar.
BDP şimdi bunların destekçisi bir partidir. AKP de onlara bu adımları attıran, cesaret verendir. Bunlara dışardan da çok destek vardır. Fransa’da Madam Mitterrand bunların magazin rekâmcısı olmuş, bir zamanlar, « Kürdistan benim vatanım ! » diyerek tüm dünyanın anlıyacağı, benimseyeceği bir durum yaratmıştır. Bunlara öncülük etmiştir. Batı’nın tarihteki emellerini yeniden hortlatmıştır.
AB lokomotifi Almanya bunların arkalarındadır. Yıllarca, « takip ediliyoruz, canım tehlikede » yalanlarıyla Almanya’ya başvuran bölge insanı, derhal araştırılmaksızın göçmen olarak kabul edilmiş, diğer AB ülkeleriyle birlikte ortak bir politika izlenerek, bunların uyuşturucu kaçaklığına, Türk işyerlerinden haraç almalarına, yani parasal güç oluşturmalarına, palazlanmalarına göz yumulmuştur.
*
İşte, içinde bulunduğumuz bugünler, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Nutka başlarken söylediği şu cümle gibi değil midir?
« 1919 yılı Mayıs’ının Ondokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyleydi : »… diye başlar Nutuk.
Atatürk, o günlerde içinde bulunulan siyasi ve toplumsal durumu, perişanlığı, yoksunluğu, yoksulluğu, iç düşmanları, bölücü, isyancı dernekleri anlatarak söze başlar.
Biz de, bugün aynı durumda değil miyiz?

2003’te imzalanan belgeler, 2004’te o zamanın Cumhurbaşkanı (A. Necdet Sezer) tarafından geri çevrilen „Yerel Yönetimleri Eyaletleştirme Yasaları“, kaldırılan Köy Koruma Yasası’yla kırsal alanların, tarım alanlarının yabancıya satılabilmesi, yabancıya toprak alımının önünün açılması, millî bilincin „Milli Eğitimden“ çıkarılması çalışmaları, çıkarılan Vakıflar Yasası, karşılıklılık aranmadan her ülkeye toprak satışının serbest bırakılması, karşılıklılık aranmadan Rum- Ermeni vakıf mallarının iadesi kararı, Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez maddelerinin ortalık yerde, herkes tarafından tartışılır hale gelmesi, Meclis’in, yakın geçmişimizde kabul ettiği, ülkemizin işgaline onay veren Birleşmiş Milletler İkiz Yasaları …vb. yasalarla, tıpkı o günlerdeki gibi çepeçevre kuşatılmış değil miyiz?
Son yılların açılımları, bölücülerin artan cüretleri, bölücü örgütün iyice artan pervasızlığı, can almaya devam etmesi bir yana, artık ülkemiz topraklarında açıkça yol kontrolleri bile yapması, öğretmen, polis, korucu ve asker kaçırması, sonra bunları bir şey olmamış gibi salı salıvermesi, dış destekle, dış dayatmayla, bin bir dış kaynaklı yıkıcı sesle, alelacele yeni anayasa yapma çalışmaları, hem de açıkça belirtilerek istenebilen “ideolojisiz bir anayasa“ bizi nereye doğru götürüyor?
Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a çıktığında gördüğü manzara gibi değil midir halimiz?


Feza TİRYAKİ
İLK KURŞUN
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)