Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin tarih sahnesine yeniden bağımsız devlet olarak çıkışlarının 20. yıldönümü kutlanıyor.
20 yıl insan ömrü için çok uzun bir süre, bir kuşak demek. Ulusların tarihi içinse uzun, dönemeçli yılların kısa bir dilimi.
Türk cumhuriyetleri bu dilimi en azından bağımsız devlet bilincini güçlendirerek geçirdiler. Kendi ayakları üzerinde duruyorlar. Büyük ülkelerle ilişkilerini olabildiğince “iki eşit devlet” anlayışı içinde kuruyorlar.
1991 sonbaharında adım adım dağılan Sovyetler Birliği coğrafyasından doğan devletlerin Moskova’nın batısında olanları hızla dışa açıldılar. Bu bölgede ABD-AB-Rusya rekabeti hâlâ devam ediyor. Orta Asya cumhuriyetleri ise coğrafyanın ve tarihsel kökenlerin getirdiği gerçekler ışığında daha farklı yol ayrımlarıyla karşı karşıya kaldılar.
Türkiye kardeşlik, İran ve Suudi Arabistan din bağları, Çin ve Rusya bölge hâkimiyeti, ABD ise küresel güç kartı ile bölgeye yaklaştı.
***
Ekim 1991’de art arda bağımsızlığını ilan eden Türk cumhuriyetlerinin o gün Türkiye’ye nasıl baktığını kısaca anımsatalım…
Türkiye onları ilk tanıyan ülkeler arasındaydı. Bütün Orta Asya’da “01” No’lu diplomatik plaka Türkiye’nindir. Ankara’dan yapılan her ziyaret tam bir miting havasında geçti. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı Bakû Havaalanı’nda karşılayanların sayısının 100 bin olduğu tahmin ediliyor.
Bu heyecanın üstüne hemen 1992’den itibaren “Türkçe konuşan ülkeler devlet başkanları” zirveleri toplanmaya başladı.
Zirvenin adı güzeldi ama, ortak dili Rusçaydı! Zira bu cumhuriyetlerin tümünde konuşulan başlıca dil buydu.
90’lı yıllarda pek çok ortak kurumun temeli atıldı, ancak büyük ölçüde kurumsallaşılamadı. AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’nin ilgi alanları da değişti. AKP döneminde uzun süre devlet başkanları düzeyinde zirve yapılmadı. Zaten Türk cumhuriyetlerindeki yönetimlerin de bir köşe yazısının boyutlarını aşacak nedenlerle Türkiye heyecanı azaldı. Tabii ki bitmedi. Karşılıklı ilişkiler dalgalanarak devam etti.
90’lı yılların başında hayali kurulan demiryolu bağının henüz Bakû-Tiflis-Kars bölümünün bile tamamlanamamış olması, ilişkilerin somutlaşmasındaki yavaşlığı göstermeye yetiyor.
***
Soğuk savaşın bitmesinin ardından ben de kendimce radikal bir karar aldım. Değişen dünyayı yerinde görmek, yazmak üzere yıllık planlar yaptım.
1994’te Orta Amerika, 1995’te Çin, 1996’da Güney Amerika, 1997’de Balkanlar, 1998’de Orta Asya gezisi yaptım.
Orta Asya’yı yazarken tek tek ülkelerin durumunu birleştirip bu başlıkta karar kıldım:
“Orta(daki) Asya Ülkeleri!”
Birinci on yıl dolarken bu ülkelerin tümü bağımsızlığını kanıtlamış, ancak kesin bir yön tayini yapmamıştı.
İkinci on yıl dolarken tablo şöyle görünüyor:
Amerika uzun süreli anlaşmalarla belli bir yer edindi. Rusya, bu devletlerin her birinde kurucu ulustan sonraki en kalabalık nüfusa sahip olmanın da getirdiği avantajla varlığını hep sürdürdü… Rusya Başbakanı Putin devlet başkanlığı değiş tokuşundan sonraki en büyük projesinin Kazakistan ve Kırgızistan’la başlayacak Avrasya Birliği olduğunu açıkladı.
Biz arada bir kardeşliği paylaşmaya devam ediyoruz. Bunun üzerine inşa edilebilecek çok şey var.
Aklın yolu şu:
Orta Asya’da ekonomiyi de kapsayan iyi bağlar kuran bir Türkiye Avrupa’da daha güçlü olur.
Biri ötekinin alternatifi değil, güçlendiricisi.
Noktayı, Rusya’nın bölgeye nasıl baktığını gösteren küçük bir gezi anısıyla koyalım.
Moskova’dan Taşkent’e uçmak için uluslararası havaalanına gittim. Dünyanın dört bucağına sefer var, Özbekistan’ın başkentine yok.
Bir görevliye sordum. Şu yanıtı verdi:
“Orta Asya seferlerimiz iç hatlardan!”
Mustafa Balbay
Cumhuriyet