Oysa 2007’den bu yana Silahlı Kuvvetler sürekli şehit veriyor, her gün pek çok ailenin ocağına ateş düşüyordu.
PKK terörü 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce tırmanmaya başlamıştı. Güneydoğu’nun her tarafında mayınlar patlıyordu.
Seçimlerden sonra Kuzey Irak’a yönelik bir sınır ötesi operasyon başlatılmıştı. Ama daha haftası dolmadan ABD Başkanı Bush’un “Get out” yani “defolun” sözü üzerine Silahlı Kuvvetler apar topar geri dönmüştü.
Olay tamamen hükümetin sevk ve idaresi altındaydı ama dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Başbakan’ı zor durumdan kurtarmak için “Operasyonun bitmesine ben karar verdim” demişti.
Ondan sonra şu bir iki ay öncesine kadar PKK saldırıları hep tek yanlı sürdü. Gerek mayın patlamalarıyla gerekse karakollara saldırılarla 200’ün üzerinde askerimiz ve polisimiz şehit oldu.
Ama bakıyoruz da şimdi durum değişti. Önce KCK davası açıldı ve olağanüstü bir tutuklama kampanyası başladı.
Ardından Silahlı Kuvvetler nokta operasyonlarına girişti. Son bir aydır boş çıkan hiçbir operasyon yok. Güvenlik kuvvetleri teröristleri adeta elleriyle koymuş gibi buldukları teröristleri etkisiz (!) hale getiriyor.
Gökten bilgi yağmadığına göre demek ki güvenlik güçlerimiz terörle ilgili bütün istihbarata sahipti.
Hangi teröristin nerede olduğu, kimin hangi eylemleri yaptığı, muhtemel bir terör saldırısının nereye yapılacağı önceden biliniyordu.
Ki zaten aksini düşünmek bile abestir. Güvenlik birimlerinde istihbarat olmadığını söylemek saçmalıktır.
Ama buna rağmen yıllardır hiçbir şey yapılmadı. Adeta askerlerimizin şehit edilmesine göz yumuldu.
Bu belli ki bir devlet politikasıydı. Açılım adı altında teröristlerin rahatsız edilmemesi tercih ediliyordu.
Şimdi durumun değiştiği anlaşılıyor. Güvenlik birimleri zaten bildikleri bütün terör yuvalarını dağıtıyor. Kış sonunda PKK’nın ayakta duracak hâlinin kalmayacağı çok açık.
Demek ki olan son 5-6 yılda şehit olan vatan evlatlarına oldu. Devletin sözde açılım politikası uğruna onlarca gencimizi feda ettik.
Şimdi belki “terörün beli tamamen kırılıyor” diye sevinebiliriz ama o şehitlerin hesabını da biri vermeyecek mi?
Evet “faili meçhulleri” araştıralım. Peki onca şehidin faili kim?
*****
Digiturk’te kesin reytingler var
Patlak veren skandal yüzünden artık televizyonların reytingleri ölçülemiyor. Yeni bir ihale yapılıncaya kadar da reytingleri ölçmek mümkün değil.
Ancak aslında Digiturk açıklama yetkisi olmasa da kendi abonelerinin ne izlediğini biliyor.
Hem de hepsinin.
Çünkü her Digiturk abonesi merkeze bir dekoderle bağlı ve merkezdeki sistem kimin ne izlediğini görebiliyor.
Hatta öyle ki kimin hangi programları banda kaydettiğini bile saptayabiliyor.
Açıkçası eğer güvenilir bir reyting ölçümü yapılmak isteniyorsa, Digiturk sadece deneklerle değil tüm izleyicisiyle yapabiliyor bunu.
Gerçi Digiturk abonelerinin büyük çoğunluğu AB grubuna mensup, tüm üyeleriyle de olsa ülke genelini veremeyebilir.
Ama reytingler reklam verenler için ölçülüyor. Reklam verenin asıl hedef kitlesi de AB grubu.
Eğer yasalar izin verirse reklam verenler kısa bir süreliğine Digiturk platformundan yararlanabilir.
Aslına bakarsanız ben Digiturk’ün bu tablosunu görmeyi çok isterim. Çünkü AB grubunun asıl neyi izlediğinin en iyi göstergesi bu olur.
*****
Mele olayının aslı ortaya çıktı
Haberi Yeni Şafak Gazetesi’nden öğrendik. Meleler yani diğer adıyla mollalara maaş bağlanmasının altındaki asıl amaç başkaymış.
Habere göre meleler “Biz maaş istemiyoruz, itibarımızın iadesini istiyoruz” demişler.
Mollalar medrese öğretmenleridir bir anlamda.
Atatürk devrimleriyle medrese, tekke ve zaviyeler kapatılmıştı. Çünkü buralarda bilimsel olmayan din dersleri veriliyor, eğitim amacından saptırılıyordu.
Ancak görüyoruz ki yasak olmasına rağmen aslında bazı medreseler başka adlar altında faaliyetlerine devam etmişler.
Şimdi iktidarın sağladığı iklimden yararlanarak bunu tekrar resmiyete çevirmeye çalışıyorlar.
Atatürk Kurumu’nun başına Atatürk’ü sevmeyen birisinin atandığı Türkiye’de yakında medreselerin yanı sıra tekke ve zaviyelerin açılmasına da izin verilir.
Menemen olayından bile özür dilemeyi düşünen bir zihniyetin hâkim olduğu Türkiye’de bunlar artık normal.
Yeni Türkiye bu işte.
*****
Emin Şirin’den serzeniş: Günaydııııın
Pazar sabahı eski milletvekillerinden Emin Şirin aradı. “Önce sana günaydın diyeyim” dedikten sonra “Senin aracılığınla bir de Şükrü Elekdağ’a günaydıııııın demek istiyorum” diye ekledi.
Cumartesi günkü yazımda eski büyükelçi ve eski CHP milletvekili Şükrü Elekdağ’ın Fransa’ya karşı yapmamız gereken hukuki mücadele yöntemlerini içeren “twitter” yazısını yayınlamıştım.
Emin Şirin “Evet, Şükrü Elekdağ çok haklı noktalara temas etmiş ama, üzülerek söylüyorum ki, 2005’te ben bu öneriyi kendisine söylediğimde elinin tersiyle itmişti” dedi.
Şükrü Elekdağ ve CHP’lilerle iktidar partisi AKP’nin o tarihlerde sadece lobicilik yaparak çeşitli ülkelerin parlamentolarından soykırım yasalarını engellemeye çalıştığını söyleyen Şirin “Soykırıma mahkemenin karar vermesi gerektiği gerçeğini o sıralarda ciddiye almıyorlardı” diye konuştu.
Emin Şirin, daha o tarihlerde ortaya koyduğu önerileri şöyle sıraladı;
1- Önce 1915’te ne olduğu çok taraflı belgelerle ortaya konmalı.
2- 1915’in bir tanımı yapılmalı. Bu bir soykırım mı, katliam mı, savaş zayiatı mı, bu belirlenmeli.
3- Kimin ne kadar taksiratının olduğu ortaya çıkarılmalı. Osmanlı hükümeti, bölge halkı, Kürtler, ordu, Ermeniler, bölgedeki gayrı Müslimler bu olaylara ne kadar karıştı, bu bilinmeli.
4- Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konudaki sorumluluğu da ortaya konmalı. 1923’te kurulan bir devlet geçmişten sorumlu mudur sorusuna cevap bulunmalı.
Emin Şirin, “Eğer daha o zaman bunlar ciddiye alınsa birçok ülkenin parlamentosundan kararların geçirilmesi engellenebilirdi. Ama o tarihlerde Dışişleri Bakanı olan şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu konuda hiçbir çalışma yapmadı” dedi.
Can Ataklı
Vatan