Ya kanıtları gösterin ya da özgürlüklerini verin!


Ergenekon soruşturması kapsamında yürütülen Oda TV davasının 3’üncü duruşması başladı. Ben geçen duruşmayı izlemiştim ama sanık avukatlarının iddialara gayet net açıklamalar getirmesine rağmen, sanıkların çoğu ve özellikle “yazdıkları” nedeniyle tutuklanmış olduklarından başka bir neden görülmeyen gazeteciler “tahliye” beklerken hiçbir gerekçe gösterilmeden “tutukluluklarının devamına” karar verilmesi günlerce etkilenmeme, üzülmeme neden olmuştu.

Düşünün, yalnızca gazetecilik yapan ve mesleğinde son derece başarılı insanlar veya yalnızca kendi işini yapmış ama yazdığı kitapla siyasi olarak birilerinin tepkisini çekmiş insanlar var orada.. Sadece bir savcı hakkında dava açtığı için (o olayın arkasından) tutuklanmış isimler var. Asla karanlık işlere karışmayacakları “genel bir kanı” olduğu gibi tertemiz ve kendinden emin yüz ifadelerinden okunuyor. Duruşmalara ümitle geliyorlar ki bu duruşmalar farklı yüzler görebilmeleri için tek fırsat- dinliyorlar, konuşmak istiyorlar izin verilmiyor ve sonunda duyulan tek cümle “tutukluluklarının devamına karar verilmiştir”.

TÜRKİYE’DE VE BATI’DA..

Neden? Neden bu karar verilmiştir? Hangi kesin kanıtları gösteriyorsunuz bu kararın devamı için? O yok.. Ve bakın artık Türkiye kamuoyu araştırmalarında bu soruşturmanın haksız ve hukuksuz yürütüldüğüne dair kanaatin hızla yükseldiği ortaya çıkıyor. Ayrıca geçen duruşmaya biliyorsunuz Avrupa Parlamentosu’ndan milletvekilleri ve uluslar arası basın örgütü IPI’dan Batılı gazeteciler katılmıştı ve yaptıkları açıklamalar hepsinin “siyasi eleştiri yapan gazetecilerin tutuklandığına” inandıklarını gösteriyordu.

Son yıllarda AB’den gelen raporlarda da aynı uyarı sürekli olarak yapılıyor. Ama öte yanda sanki tüm bu tepkiler ve sürecin “inandırıcılığını yitirmiş olması” hiç umursanmıyor gibi eski tas eski hamam, insanlar demir parmaklıklar ardında aylar yıllar geçiyor.

YILBAŞINDA AİLELERİYLE OLMALILAR

Son duruşmada Ahmet Şık ile Yalçın Küçük arasında “Çarşamba günü duruşma olup olmaması” ile ilgili tartışma çıkmış. Yalçın Küçük “Biz Çarşamba günü duruşma istemiyoruz” deyince Ahmet Şık haklı olarak “Kendi adına konuş, biz deme, biz hızlı yargılama istiyoruz” diye müdahale etmiş ve olay büyümüş. Hakim de “mahkemeye yeni atandığını, başka davalara da bakıldığını” yani fazla hızlandırılamayacağını söylemiş ama tekrarlayayım, siz bir de orada özgürlük bekleyen gazetecilere, milletvekillerine ve sivil-asker diğer “iddia mağdurları”na sorun o “bir gün”ü, kimbilir onlara bir gün nasıl “bir yıl gibi” geliyor.

Kimbilir nasıl “yeni yıla herkes gibi, karar veren o hakimler gibi çocuklarıyla, aileleriyle girmeyi” ve üstelik maddi-manevi sıkıntılar içindeki ailelerinin başına bir an önce geçmeyi hayal ediyorlar..

PKK’LI TERÖRİST DEĞİL, ONLAR TERÖRİST

Bakın şimdi; eğer bu ülkede “Habur süreci devam edecek” deniyorsa, Habur’dan gelen PKK’lılardan hangisinin kanlı eylemlere katıldığı belli olmuyor ve hepsi düğün dernekle karşılanıyorsa.. “Nasılsa kaçmazlar” diye bırakılan Hizbullah üyeleri kayıplara karışıyor ve pek de üzerinde durulmuyorsa.. Bu ülkede “dev bir uluslararası bağış yolsuzluğunda hakkında kesin kanıtlar olan ve dış mahkemelerde suçu sabit görülmüş isimler” yıllar sonra tutuklanıyor ve hemen bırakılıyorsa.. Tutuklanmasının üstünden yıllar geçtiği halde neden tutuklu olduğuyla ilgili “kesin kanıtların” hala açıklanamadığı isimlerin tutukluluğunun devamına hukuk skandalı denir, başka adı yoktur bunun.

Hakimlerin “Bir tek bu davaya bakmıyoruz ya” demesi filan da açıklama olamaz. Yılbaşına üç gün kaldı, suçunu bilmeyen insanların bir yeni yıla daha ailelerinden ayrı olarak “soğuk hapishane hücrelerinde” girmeleri çok büyük haksızlıktır, yargı artık adil kararları vermek zorundadır!

*****


Diyanet müftülerine ‘yılbaşı’nı öğretsin!

Bu tür saçma haberlere baktığımızda genellikle “Boşver canım, görmezden geleyim, her abukluğu görmek zorunda değilim” duygusu geliyor insana.. Ama gerçekte maalesef bizim ülkemizde her saçmalık bir şekilde insanları (özellikle gençleri, çocukları) etkiliyor, beynine giriyor ve sonra bir bakıyorsunuz o abukluklara inananlar artıvermiş.

Tam da bu yıl Türkiye ABD’de turizm atağını gazetelere verdiği tam sayfa “Akdenizli Noel Baba” ilanlarıyla yapmışken.. Diğer ülkelerin her tür uyanıklığını seyredip biz elimizdeki imkanları değerlendiremediğimiz yıllar sonunda nihayet Aziz Nicholas’ın Noel Baba olduğunu ve onun da “Türkiye’de yaşamış olduğunu” kullanarak iş yaratacakken.. Keşan Müftüsü Süleyman Yeniçeri ortaya çıkıp açıklamış.

SAKIN GÜLMEYİN

Evet, evet gülmeyin, sanki herkes “Noel Baba’nın gerçekten yaşadığına” inanıyormuş ve kendisi de “yaşamadığını” ilk keşfeden kişiymiş gibi, bu çocuklara söylenen bir masal değil de Noel Baba gerçekten pencere ve bacalardan girermiş gibi “Noel Baba diye biri yoktur. Aziz Nicholas diye biri vardır ama uyduruk bir kişidir. Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Doğru dürüst biri olsa kapıdan girerdi” demiş.

O yetmemiş, “yılbaşı kutlayanları” hadisten örnek vererek Hristiyan da yapıvermiş. “Kim kime benzemeye çalışırsa onlardandır. Hristiyanlıktan gelen bir etkinliği kutlarsak onlara benzemeye çalışmış oluruz. Noel’i Hristiyan aleminden ithal etmişiz, bizim bayramımız değil” diye eklemiş.

BÖLÜYOR, KIŞKIRTIYOR, DİNDEN ÇIKARIYOR

Biri bu adamlara öğretmeli ve bu biri de öncelikle “Diyanet İşleri Başkanlığı” olmalı, çünkü müftülerinin “yanlış bilgilerle toplumu birbirine karşı kışkırtmaya” veya “bölmeye” veya “yeni yılı kutlayan Müslümanları Hristiyan ilan etmeye” hakkı yoktur.

Özellikle de en sonuncusu.. Müftüler insanların dini, inancı hakkında “yılbaşı kutlamasına bakarak” karar veremez. Türkiye’de yılbaşı kutlaması yapılırken “yeni yıla mutlu girmek” düşünülür, hepsi budur. Kutlanan “Noel değil, yeni yılın gelişi”dir.

DİYANET HEMEN AÇIKLAMALI!

Diyanet İşleri “Keşan Müftüsü ve benzeri anlayıştakilerin yanlış yaptığını” açıklamak zorundadır, bu olaylarda da konuşmayacaklarsa ne için oradalar acaba?

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)