Siz hiç, bakmakla görmek, duymakla dinlemek arasındaki farkı düşündünüz mü? Misal, her bakılan gerçekten görülmüş, her duyulan gerçekten dinlenmiş midir?
Bazen bir yolda yürüyen iki kişi konuşur ve bir yerlere giderler. O konuşma sırasında iki kişi de birbirini can kulağı ile dinliyor ve çevrelerini duyumsayarak yürüyorlarsa o birliktelik unutulmazdır. Çünkü hafızalara kazınan bir şeydir farkındalık!
Nasıl bir ortamda yürüdüğünü ve yanındakinin seninle konuşurken ne kılıklara girdiğini anlamaz, sözlediklerini can kulağı ile dinlemezsen, bu görüşme ertesi gün unutulmaya mahkumdur.
Evrende bir nokta kadar hükmümüz yok iken, bu noktayı koca bir çiziğe dönüştürmenin gücü, etrafımızda olan bitenin farkında olup, farkındalık yaratabilmekten geçer.
Algılarını açık tutup, algılara seslenebilmek ve hatta algıların yönlerine hükmedebilmenin birinci şartı farkında olmaktır.
Böyle olabilen insanlar evrene koca bir çizik atarak göçerler bu dünyadan! Onlara sonsuzca rahmet okutturan güç, yaşarken attığı her adımı duyurabilme, insanların algılarına seslenebilme gücüdür.
İnsanlar yaşarken en çok korkarlar. Çünkü aslında nerden geldiklerini ve gerçekte nereye gideceklerini ve neden burada olduklarını bilmezler. İşte bu yüzden, insanlara en çok hükmeden şey bu konuda farkındalık oluşturabilecekleri dini oluşumlardır. Din bunu kesinlikle sonuçlandırır. “Sen şurdan, şu sebeple geldin ve eğer uslu olursan gideceğin yer bu, yaramazlık yaparsan sonun şurası” diye aranan tüm sorulara cevaplar bulan bu dini oluşumları asla küçümsemiyorum.
Nedeni bütün bu korkuları hafifleten, insanları iyiliğe, doğruluğa yönelten ve basitçe sorgulamadan, farkında olmadan yaşayanları hizaya getirebilen gücünü inkar edemem.
Ayrıca bugün hala, kiliselerde, havralarda, camilerde Allah’ın adının yanında anılan peygamberlerin dünyaya attıkları bu kocaman ve unutulmaz çiziği görmezden gelmek kimsenin haddine düşmez diye düşünüyorum. Sonuçta orada anılan isim ne senin ne başkaca bir sevdiğinin adıdır! Ve sistematik her gün onların adı yaşıyor orada.
Ben dindar biri değilim. Ancak her zaman ona saygım vardır. Çünkü eğer olumlu yönde kullanılırsa iyileştirici gücü müthiştir. Yine de dinlerin insan elindeki yamulmuş, bozulmuş haline bakarak, günümüzde neden bazı insanların ondan nefretle bahsettiklerini hatta neden din düşmanı olduklarını kestirmek hiç zor değil.
Bense ne dindarım ne din düşmanı, ne de bazılarının düşündüğü gibi ateist falan değilim. Kendime göre evrenin oluşumuna katkısı bulunan yüce bir gücün minik parçacıkları olduğumuza inanıyorum. Ve bu gücü seviyor onu kutsuyorum ama hiç bir şeyi ona yaranmak için veya ondan korkuma yapmıyorum.
Aslında bu evrenin işleyişini tam olarak çözebildiğim söylenemez. Son nefesime kadar o gerçeğe ulaşma gayreti içinde bulunacağımı biliyorum. Yani evrenin işleyişine kayıtsız kalmayacağım, bir kör gibi bana gösterilen yollara değil, kendi doğrumu bulmak için daima gözümü açık tutacağım.
Bu noktadan yola çıktım, çünkü sözü bugün aramızdan maddi ayrılışının 74. yılı olan Mustafa Kemal ATATÜRK’e getirmek istiyorum.
Biliyorum çok dolandım, biraz elense yaptım ama amacım tek! Atatürk düşmanlarını kündeye getirmek!
Şöyle ki; her kim Atatürk’ü ve yaptıklarını hafife almak isterse, şöyle bir yeryüzüne baksın. Onun kadar; büyük bir çoğunluk tarafından, yaptıkları sevgiyle, ölümü (74 yıl sonra bile hala) hüzünle anılan tek bir kişi gösterilsin. Varsa da ben bilmiyorum.
Bir tek bu gerçek bile; ona saygımızı eksiltme cüretinden bizi uzak tutar. Kimsenin dünyaya atılmış böyle bir çiziği hor görmek haddi değildir. Bunu yapan kendinden ve dini inancından utanmalıdır.
Onlara son sözüm şu olacak;
“Sen kimsin de evrenin ilahi gücünün kutsadığı bir varlığa dil uzatabiliyorsun. O dilin çürümüş, inancın koflaşmış senin. Derhal, silkelen ve kendine gel! Aksi taktirde gücünü hissettiğin bir ceza seni bulacaktır. Ve bulsun da!”
Saygı ve sevgilerimle
Berrin Aksu
Berrin Aksu'ya ulaşmak için tıklayınız
