TGB’li gençlere selam olsun



Teröristler okulları basıyor, öğrencileri hatta öğretmenleri kaçırıyor. Bir de okulları yakıyor cayır cayır. Gazeteciler Tayyip ağabeylerinden korktukları için yazamıyor, TV’ler söylemiyor. Artık her Allahın günü, şehit olan kardeşlerimizin haberleri ile uyanıyoruz. Galiba kanıksadık... Evlatlarımız ölüyor. En çok şehidi bu hükümet zamanında verdik. Terör konusunda başarısız oldukları kesin, ayrıca hangi konuda başarılılar ki? Kendi ülkemizi tanıyamıyoruz artık. Bu böyle mi gider? Gitmeyeceğinden eminim, zira oynadı taşlar yerinden. Türkiye genelinde bakıyorum ve görüyorum. İnsanlar uyanmaya ve değişmeye başladılar. Hele bir TGB var ki, Türkiye Gençlik Birliği, hemen her yerdeler.
İnsanlar birbirlerine sorar olmuşlardı “Bir Umut Var mı?” diye. Beni de kolumdan yakalayıp soruyorlar, bir umut var mı? Cevabım “Var” oluyor. Ve TGB’yi işaret ediyorum. İşte bu gençler Türkiye’nin umudu, hiç düşünmeyin artık, düşün gençlerimizin peşine. Gençlerimiz, çocuklarımız umudumuz oldu. Onlar mihmandarımız. Türkiye’yi, Cumhuriyeti işte bu Atatürk gençleri kurtaracak. Umudumuz gençler...
Sevgili Gençler, size nasıl bir baskı uygulandığını biliyorum. Örneğin dün, Adapazarı’nda turnedeydik. Hükümet erkânından birileri, Adapazarı’na geldiğinde, Bay Tayyip’in koruması emniyet müdürü’ne emrediyor, artık nasıl oluyorsa... “Toplayın bu TGB’li gençleri, Tayyip Bey’in burada olduğu süre zarfında gözaltında göz hapsinde tutun. Bay Tayyip gidince salarsınız.”
Komiser önce karşı çıkacak gibi oluyor, sonra işinden olmamak için atıyor gençleri içeri. TGB’li gençler içerdeyken de ihbarlar geliyormuş; burada şu olay oldu, şurda bu olay oldu ve bunu TGB’liler yaptı, diye. Oysa hepsi gözaltında...
Gençler, yaşadığınız bütün bu baskılar gösteriyor ki, siz doğru yoldasınız ve sizden korkuyorlar, evet. Onlar gençlerden korkuyorlar, biz neden korkuyoruz? Durmayalım, takılalım gençlerin peşine. Onların gittikleri yol doğru, nereye yürüdükleri belli. Bu yol, Atatürk’e çıkar. Yürüyelim arkadaşlar, güneş ufuktan şimdi doğar...
Seçimleri öne almaca
Seçimler neden öne alınmak isteniyor sizce? Bir an önce neticeyi almak için... Her geçen gün kontrolü kaybediyorlar. BOP’tu, savaştı, oydu, buydu derken... Bir de zamlar... Yolsuzluklar diz boyu (THY ve Deniz Feneri ve diğerleri), tam çarşafa dolaştılar. İyice çuvallamadan bir an önce seçime gidecekler. Gitmek istiyorlar, başka çareleri kalmadı. MHP ile nasıl bir pazarlığa oturdularsa, onlar kandı. CHP’nin bazı konularda direnmesini doğru buluyorum. AKP seçimi öne almak için 360 oy topladı, 7 oy daha lazım, bulamadı gereken rakamı ve konu Cumhurbaşkanlığı’na gitti. Hemen herkes Cumhurbaşkanı’nın ne yapacağını biliyordu. Geri çevirip meclise iade edecekti. AKP’liydi ve onlarla birlikte hareket ediyordu. Çünkü Başbakan onun için kardeşten öteydi.
İki alternatif, malum: Ya halka gidilecek, halkın fikri sorulacak; ya da meclise iade, meclis kendi çözecek konuyu. Cumhurbaşkanı biraz oyaladı evrakları ve hepimizin bildiği kararı verdi. Mazeret olarak da, gene hepimizin bildiğini söyledi: “Referandum, ülke bütçesine yük olur. Ayrıca Türkiye’de yazlar sıcak, kışlar soğuk olur. Vatandaşımızı üşütmeyelim.” Farkında değil, vatandaşlar çoktan üşüttü. Hepimize kafayı üşüttürdüler. Masraf olmasın diye düşünüyorlar, yani ülkeyi düşünüyorlar... mış gibi yapıyorlar.
“Yahu Suriye sınırına mevzilenen gemiler, uçaklar, askerlerin nakli, gelen mültecilerin bakımları, bir kampta savaş için savaşçı hazırlamak... Bunlar masraf değil mi? Bunun hesabı ülke insanının sırtına yüklenmiyor mu?
Siz açıklama yaptınız, biz de yedik. Yemezler... Türkiye artık uyumuyor beyler... Sabrı sınanan sizler değilsiniz, Türk halkı. Taştı taşacak, haberiniz ola...
Ne oldu da böyle oldu?
Fazıl Say’ın başına gelenler, ancak Türkiye’de olabilirdi, oldu da... Duruşmalara sokuluyor, bizler de mahkeme önünde dikilip duruyoruz. Amaç susturmak, susmayanlara da Fazıl’ı örnek göstermek... Duruşması ertelendi. Hükümet bu ayıpların altından nasıl kalkacak?
Rahmetli Bülent Ecevit başbakanken, bir Renault ile gezerdi, makam arabası o idi. Bunlar talan ettiler Atatürk Orman Çiftliği’ni, Başbakan’a bir saray yapabilmek için yıktılar. Bir uçak yetmedi de, uçaklardan oluşan bir filo kurdular. Uçacaklar artık, yeryüzüne sığmıyorlar, biraz fazla uçtular. Acaba, o yeni yapılan Beyaz Sarayda oturmak kısmet olabilecek mi onlara? Allah bilir. Bakalım, göreceğiz elbet.
Reklamlar üzerine
Reklamlar kapitalizme hizmet eder. Kapitalistin malını fakir fukaraya (biz buna kısaca Halk diyoruz) allayıp pullayıp satar. Seni acıktırır, iştahını açar, elindekini sana allem eder kalem eder tükettirir. Her şeyden önce yanlıştır. Reklamın iyisini kötüsünü tartışmak, “şey yapılmış şeyi” tartışmakla eşdeğerdir.
Örneğin, banka reklamlarında, bankaların gözü vatandaşın cebindedir. Ne yapıp edip o üç-beş kuruşu almak için çabalar, yalvarır, kandırırlar sizi. Kandırmacanın allahıdır bu. Hele siz, aldığınız bir krediyi ödemeyin, bakalım ne oluyor. Şehit ailesi de olsanız haczederler malınızı mülkünüzü.
Bir banka reklamının anonsu ilişti kulağıma. Diyor ki; “Aramızda paranın ne önemi olabilir?”. Kandırmacanın alâsı, yalanın tumturaklısı.
Ahmet Hakan, canım kardeşim, Ağaoğlu’nun son reklamına takmışsın kafayı. Hani sen bir gün şöyle, bir gün de böyle yazarsın ya... Bir arkadaşım; “ben” diyor, “Ahmet’i haftanın şu şu günlerinde okumuyorum.” Neden abi? “O günlerde hükümet için yazıyor. Ben diğer günlerde okuyorum. O günlerde ortadan gidiyor.”
Ağaoğlu’nun reklamının diğerlerinden ne farkı var? Yazacaksan, şu beynimizi s..n telefon reklamlarını yazsana; Poyrazoğlu’nun kulakları tırmalayan anonslarını yazsana... İnsanların karınlarını doyuracak paraları yok, ama ellerinde son model “akıllı” telefonlar. Bu telefonları onlara, yani bize, reklamlar kakalamıyor mu? Ay 4’ü çıkmış, ay şu adamın elindeki 5’i.
Türkiye’yi reklamlar yönetmiyor mu? Adı üstünde “Kapitalizm”. Amerika bizi ve dünyayı yönetiyor. Bunun aslı, Amerika’daki çok uluslu şirketler grubu. Önce Amerika’yı, sonra bizi, sonra da dünyayı yönetiyor. Ya Ahmetçim, işte böyle...
Fatih Altaylı
Antalya Film Festivali’ndeki jüri üyeliği görevimden Hülya Avşar’ı başkan yaptıkları için istifa ettim. Bunu da korkmadan, Hülya bu konuda yetersizdir, o nedenle ayrılıyorum diye belirttim. Aman Allahım, bazıları bana söylemediklerini bırakmadı. Özellikle yandaş gazeteci Fatih Altaylı... “Kendisini gündeme taşıyor” dedi. Festival sonlanınca herkes anyayı konyayı gördü. Şimdilerde Hülya’ya vurmak moda oldu, özellikle Fatih, neredeyse kapı kapı dolaşıp Hülya’yı kötülüyor. Bu tepkiler de, sistemin size yaptığı, yaptırdığı hareketlerdir. Fatih Bey, Hülya beni de mahcup etti, diyor. Yani sen Hülya’nın festivalden üç ay önceki halinden fikir sahibi değilsin, onun bu festivalde neler yapabileceğini hesaplayamıyorsun, üç ay sonra festivalde mi anladın ne olduğunu? Yoksa Hülya yere düştü diye, adettendir diyerek, bir de sen mi vuruyorsun? Bu kadarı da fazla. Ayıptır, günahtır. Hülya’nın orada olması bir komplodur. Arkasındakileri de görüp, eleştirmek lazım. Hatta kendi özeleştirinizi de yapmanız lazım.
Dursun Çiçek
Bana hapishaneden, kızı İrem Çiçek aracılığıyla bir mektup gönderdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin değerli elemanları, “irticanın üzerine gittikleri için”, düzmece belgelerle yargılanıp, hüküm giydiler. Suçsuzluklarına inancım sonsuz. İşte Sayın Çiçek’in bana gönderdiği mektup:
“11 Eylül 2012
Silivri / İstanbul
Sayın Levent KIRCA;
Öncelikle, Silivri’de yaşanan haksızlıklar, hukuksuzluklar ve hukuk cinayetlerinin halkımız ve dünyaya anlatılmasında onurlu ve özgürlükçü, çağdaş ve insancıl tutum ve davranışlarınız için size çok teşekkür ediyor, şahsınızda demokrat, çağdaş, medeni, cumhuriyete ve insan haklarına saygılı tüm sanatçılara ve aydınlara sağlık ve başarılar diliyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.
Sayın Kırca; çok yakından takip ettiğiniz ve bir aydın sanatçı olarak en duyarlı davranışı gösterdiğiniz davalarda, ailece eziyet ve işkence görmeye devam ediyoruz. Hukuksuz ve yasa tanımaz kararlar, sahte ve yasal yollardan elde edilmemiş dijital verilerle yıllardır özgürlüklerimiz gasp ediliyor. Dört duvar arasında yaşamaya zorlanan aydınlar, gazeteciler ve masum askerler, Silivri Toplama Kampı’nda bir hukuk ve özgürlük mücadelesi veriyor. Sizlerin de büyük katkısı ile Silivri’deki insan hakkı ihlallerini, haksızlık ve hukuksuzluğu, halkımıza daha etkin olarak anlatmanın mücadelesini veriyoruz. Bu mücadeleyi sizler olmadan, toplumsal duyarlılık oluşturulmadan, kazanmamız mümkün değil. Çağdaş demokrasiyi, insan haklarına saygılı hukuk devletini dönüştürmeye çalışanlara bu fırsatı vermeyeceğiz. Özgürlüklerimiz pahasına da olsa, evlatlarımıza hukuk ve demokrasinin, adil ve dürüst, yargısız ve bağımsız bir yargının olmadığı bir ülke bırakmayacağız. Büyük Önder Atatürk ve arkadaşları tarafından temeli sağlam atılan bu cumhuriyetin asla Ilımlı İslam Devleti’ne çevrilmesine izin vermeyeceğiz. Bu mücadelede, en büyük güvencemiz ve desteğimiz, sizin gibi aydın ve çağdaş değerlere inanan sanatçılarımızdır. Sanatçılar, bir ülkenin aydınlık yüzüdür. İnsanlarına model olan, onlara doğruyu ve medeniyeti gösteren insanlardır. Bu konuda sizin gibi sanatçıların daha da artmasını, Silivri’deki mahkeme tiyatrolarında daha sık yanımızda olmasını çok istiyoruz. Bu konuda öncülük ve liderlik yapmaya devam etmenizi bekliyoruz.
Sayın Kırca; sahte bir kâğıt parçası ve taklit bir imza yüzünden üç yıldır özgürlüklerimizi çalanlar, suç ve delil bulamadığı için iyice yoldan çıktılar. Savunma hakkını hiçe saymaya, herkesi tehdit etmeye başladılar. Hem suçlular, hem güçlüler. Bu gücü yasalardan ve hukuktan değil siyasi iktidardan alıyorlar. Yoksa bu kadar pervasızca haksızlık yapmaları ve suç işlemeleri mümkün değildir. Bu karanlık süreçte bize ailece yaşatılan işkenceler, kurulan komplolar, sahtekârlıklar, imza taklitleri, yasaları ve hukuku hiçe sayan ve alenen suç işleyen hâkim ve savcıların tutum ve davranışlarını içeren bir adet DVD’yi ekte gönderiyorum. Lütfen okuyun, okutun, inceleyin. Senaryolarınızda, yazılarınızda, günlük hayatınızdaki uygun ortamlarda kullanın. Böylece ne kadar aklı ve vicdanı hür insana bu iftira ve yargısız infazları anlatabilirsek, bu haksızlıklar ve hukuksuzluklar o kadar çabuk biter. Haksızlıklar karşısında susan, hatta zalimlere yardım eden, onlarla işbirliği yapan dilsiz şeytanları bu millete anlatmak zorundayız. Başka bir yol ve yöntem yok. Bu işi en iyi siz yapıyorsunuz. Fransız Emile Zola’nın 150 yıl önce yaptığını bugün, bu iletişim çağında ülkemizde yapan Levent Kırca’lar ne kadar çoğalırsa, aydınlanma ve medenileşme o kadar çabuk olur, özel yetkili hâkim ve savcıların hukuku ve yasaları hiçe sayarak masum insanlara aileleri ile birlikte uyguladığı eziyet ve işkence bir an önce biter. Bunu birlikte başaracağız.
Sayın Kırca; adalet olmayan devlet, devleti olmayan millet ve ülke olamaz. Faşist Hitler’in yöntemleri ile cezaevlerine ve toplama kamplarına tıkarak, tehdit ederek masum insanları, aydınları ancak bir süre kontrol altında tutabilirsiniz. Sonunda maddi gerçek ortaya çıkar, ıslak imzanın taklit olduğunu bu ülkede duymayan kalmaz. Her türlü destek için tekrar teşekkür ediyor, sağlık ve başarı dilekleriyle, sevgi ve saygılar sunuyorum.
Dr. Dursun Çiçek”
Daha yeni Daha eski