ÖYM oyunu!
Cumartesi, Haziran 30, 2012
Üçüncü yargı paketi, bugün Meclis Genel Kurulu‘na geliyor. Bu paket kapsamında yapılacak en önemli düzenleme; Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri‘nin kapatılması...
Neden kapatılıyor bu mahkemeler?
Çünkü varlıklarıyla, yürüttükleri soruşturmalarla ve yaptıkları yargılamalarla tartışma konusu hâline geldiler!
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nde de Türkiye‘nin durmadan mahkzm olmasına yol açıyorlar...
Yalnız ilginç bir gelişme yaşandı dün:
AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, Fethullah Gülen Cemaati‘yle karşı karşıya gelmelerine neden olan, “Bu mahkemeler kaldırılırsa, Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat gibi davalar düşer” kaygısını gidermek için gerekeni yapacaklarını açıkladı.
Bu yeni karara göre ÖYM‘ler, devam eden davalar sonuçlanıncaya kadar, görev yapmaya devam edecek...
Hemen arkasından önemsiz gibi duran ama aslında her şeyi özetleyen bir söz daha söyledi Elitaş:
“Bu mahkemeler işlevlerini tamamladı.”
***
“Öylesine söylenmiş” gibi duran bu sözün arkasında geniş anlamlar var aslında:
“Biz bu mahkemeler sayesinde hesaplaşılması gereken her kurumla ve kişiyle hesaplaştık, dolayısıyla artık onların işlevi kalmadı”dır, bunun açılımı...
İyi de haklarında kapatma kararı çıktıktan sonra, bu mahkemelerin görmekte oldukları davalar bitinceye kadar işlerine devam etmeleri çağdaş hukukun neresine sığar?
Hiçbir yerine!
Hem o mahkemeleri, “hukuksuz” oldukları için yok edeceksiniz hem de “iktidarınızın karşısında duran kişi ve kurumların yargılanmaları tamamlanıncaya kadar” kapatılmalarını gerektiren hukuksuzluğa göz yumacaksınız...
Sonra da o mahkemelerden çıkan ve çıkacak kararların, vicdanlarını kanatmamasını bekleyeceksiniz!
Peh!
***
Aslında bunca söze de gerek yok:..
Gerek soruşturma, gerekse yargılama usul ve esaslarını ayaklar altına alan bu mahkemeler kapatılsa bile; yargı üzerindeki iktidar kuşatması devam ettiği sürece, ne yazık ki adaletin keseceği her parmak acımaya devam eder!
Önemli olan mahkemelerin tabelalarını değil, çalışma koşullarını değiştirmek ve üzerlerindeki “yürütme” baskısına son vermektir!
Ha; AKP bunu yapar mı?
Yapmaya niyeti olsaydı; Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu‘nu bu hale getirir miydi?
***
Sözü uzatmaya gerek yok:
Her şey, ne yazık ki yine bir “oyun”dan ibaret!
*****
İDO!
Özelleştirilen İDO ile ilgili şikâyetler gün geçtikçe artıyor.
Ben de izlediği fiyat politikasıyla gündemde olan bu şirketin yöneticilerine başka bir soru sormak istiyorum:
Özelleştirilinceye kadar deniz otobüslerinde ve feribotlarda cep telefonuyla konuşmak yasaktı. Sinyallerin, gemilerin elektronik sistemini bozduğu ve kazaya neden olduğu söyleniyordu.
Siz ise bu yasağı kaldırdınız. Şimdi herkes bağıra bağıra konuşuyor ve yolculuk tam bir işkenceye dönüşüyor!
Ama beni asıl kaygılandıran, gemilerin güvenliği...
Sahi, sinyallerin elektronik sistemi bozmaması için ne gibi bir önlem aldınız? Kaç liralık yatırım yaptınız?
Böyle bir yatırım yapmadıysanız, cep telefonu sinyali nedeniyle yaşanacak herhangi bir faciada büyük bir sorumluluğunuz olacağını biliyor musunuz?
*****
GÜNÜN SORUSU
Soruyu önce Devlet Bahçeli sormuştu; Aydınlık Gazetesi günlerdir sürmanşetinden, “Abdullah Öcalan nerede?” diye sormayı sürdürüyor ve yanıtı bugün vereceğini duyuruyor. Sorum Adalet Bakanı‘na:
Siz nerede olduğunu biliyor musunuz?
*****
Ben de kalemimi satarım!
Soner Yalçın‘ı “Odatv’nin her şeyi” sanırdım; meğer o, öyle sağlam bir gazeteci ordusunu bir araya getirmiş ki yokluğunda bile aslanlar gibi gazetecilik yapıyorlar. Hedefte olduklarını bile bile, doğruları söylemekten vazgeçmiyorlar.
Baskının arttığı bu korku imparatorluğu günlerinde, yazması mangal gibi yürek isteyen haberleri hâlâ yazıyorlar.
Duruşlarından, dünya görüşlerinden, gazetecilik ilkelerinden ve etiğinden ödün vermiyorlar.
***
Kim olduklarını bile bilmediğim bu dostlar, son kitabım “Maratonda Sona Doğru”ya sunuş yazısı yazan çok değerli 26 meslektaşımın hakkımda söylediği sözlerden alıntı yapmışlar ve altına kendi notlarını düşmüşler:
“Mustafa Mutlu bize, yani Odatv’ye göre, kaleminin sahibidir ve hiç kiraya vermez.”
Bu sevgili arkadaşları hayal kırıklığına uğratacağım için üzgünüm...
Ama ben kalemimi değil kiralamak, satmaya bile hazırım! Ne yazık ki karşılığında istediğimi verebilecek babayiğit sayısı pek fazla değil! Çünkü benim bulunduğum yerde para, pul pek işe yaramıyor.
Düşünce, ifade ve basın özgürlükleri başta olmak üzere ülkemi gerçek anlamda bir “özgürlükler cenneti” yapmaya yemin edenlere...
Gelir dağılımındaki adaletsizliğe, sömürüye, polis şiddetine, sadaka ekonomisine, yolsuzluklara, “babalar gibi satma”lara son verebilecek gücü kendilerinde görenlere...
Çağdaş bilimi yükseltmeyi, hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını sağlamayı onur meselesi haline getirenlere...
Eğitimi ve sağlığı “sektör” olmaktan çıkarıp, “hizmet”e dönüştürmeyi yaşam felsefesi edinenlere...
Din ve etnik köken istismarına boyun eğmeyenlere...
Ve elbette Atatürk ilke ve devrimlerine yönelik saldırılara dur demek için canlarını ortaya koyanlara...
Bu kalem satılıktır!
Ne senet istiyorum, ne de kefil!
Sözüm de namus sözü:
Kalemim; ülkemi bu dertlerden kurtarmayı başaranlara feda olsun!
Nasıl olsa o saatten sonra çok da fazla ihtiyacım kalmaz...